4.5 Genel Münkerler
Genel Münkerler
Ne şekilde olursa olsun bu zamanımızda evinde oturan kişi halkın irşad ve öğretmenliğinden feragat etmesi bakımından münkerden uzak değildir. Halkı iyiliği yapmaya teşvik etmeyi terk ettiğinde münkeri işlemiştir. Bu bakımdan insanların çoğu şehirlerde bile namazın şartlarını fıkha göre bilmemektedirler. Acaba köylü ve bedeviler nasıldır? Bedeviler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğer halk sınıfları da bu gruplardan sayılır. Bu bakımdan şehrin her mahalle ve camiinde halka dinlerini öğreten bir fakîhin bulunması farz olduğu gibi, her köyde de bir fakîhin bulunması farzdır. Her fakihe, kendi şahsına farzı ayın olan vazifelerini yapmak, farzı kifaye olan vazifeleri yapmak için hazırlanmak ve oturduğu şehrin etrafındaki köylere, bedevî Arap, Türkmen ve diğer milletlere gidip onlara dinlerini öğretmek ve şer'î şerifin farzlarını tâlim etmek farzdır. Fakih, bu vazifeyi yapmak için evinden çıkarken yiyeceğini de beraberinde götürmesi gerekir. İrşad etmek için çıktığı kimselerin yemeğinden yememelidir. Çünkü bu kişilerin yemeğinin çoğu gasp malı ve haramdır. Eğer bir fakih bu vazifeyi yaparsa, bu sakıncalı vazife diğer fakîhlerin boynundan düşer. Aksi takdirde bu felaket bütün bilginlerin yakasına yapışır. Âlimin yakasına yapışması ise, evinden çıkıp da irşad vazifesini yapmamasından ileri gelmektedir.
Cahilin yakasına yapışması ise, öğrenme vazifesini terk etmesinden dolayıdır. Namazın şartlarını öğrenen herkese, o şartları başkasına öğretmek farz olur. Eğer bu vazifeyi ihmal ederse, günahta bilmeyenlerin ortağı olur. İnsanoğlunun âlim olarak annesinden doğmadığı herkesin malumudur. Bu bakımdan tebliğ vazifesi, ilim ehlinin vecibesidir. O halde kim bir tek meseleyi öğrenmişse, o kimse o mesele hususunda ilim ehlinden sayılır. Hayatımla yemin ederim bu hususta fakîhlerin günahı daha şiddetlidir. Çünkü onların bu husustaki kuvvetleri daha açıktır ve bu vazifeyi yapmaları onların bilgisine daha uygundur. Çünkü diğer sanat erbabı sanatlarını terk edip dinî faaliyetlerle meşgul olurlarsa cemiyetin hayatı felce uğrar. Bu bakımdan sanat sahipleri halkın salah ve refahında gerekli bir görev yüklenmişlerdir. Fakîhin şânı ve sanatı Hz. Peygamber'den işittiklerini tebliğ etmektir. Çünkü âlimler peygamberlerin varisleridir. Kişi 'Halk güzelce namaz kılmıyor' diye evinde oturup mescide gitmemezlik yapamaz. Aksine halkın güzelce namaz kılmadığını bildiği zaman onlara öğretmek ve bu uygunsuz hareketlerini yasaklamak için camiye gitmek kendisine farz olur. Böylece çarşı ve pazarda daimi bir şekilde cereyan eden yasak ve münker bir işin olduğunu veya belli bir vakitte bu işin yapıldığını bilen bir kimse, eğer bu yasağı bozup kaldırmaya muktedirse, evinde oturup bu vazifeyi kendi nefsinden düşürmesi caiz değildir. Aksine evinden çıkıp bu münkeri kaldırması kendisine düşen bir vazifedir. Eğer münkerin tamamını kaldırmaya gücü yetmiyor ve bununla beraber görmek de istemiyorsa, fakat evinden çıktığı takdirde en azından bir kısmını kaldırabiliyorsa, evinden çıkmak kendisine farz olur. Çünkü kaldırılması gücü ve takati dâhilinde olan bir münkeri kaldırmak için evinden çıkan bir kimse, gücü yetmediği münkerlerle karşı karşıya geldiğinden dolayı sorumlu değildir. Münkerlerin olduğu yerde hazır bulunmak, doğru dürüst bir hedef için gidilmemişse yasaktır.
Bu bakımdan her Müslüman nefsinden başlamalı, farzlara ve haramların terkine devam etmek sûretiyle önce nefsini yetiştirip ıslah etmeli, sonra bunu aile efradına öğretmelidir. Onların hâlini ıslah ettikten sonra komşularına gitmelidir. Ondan sonra mahallesinin sakinlerine, ondan sonra hemşerilerine, sonra şehrinin etrafındaki köylülere,sonra göçebe hayatı yaşayan Kürt, Arap ve benzerlerine ve böylece dünyanın en uzak yerlerine kadar gitmelidir. Eğer en yakın olan bir fakih bu vazifeyi yaparsa, en uzak olan bir fakihin boynundaki mesuliyet kalkar.
Eğer yapmazsa (ister yakın, ister uzak olsun) bu vazifeyi yapmaya gücü yeten herkes sorumludur. Yeryüzünde dinin farzlarından herhangi birisini bilmeyen tek kişi kalıncaya kadar bu sorumluluk ortadan kalkmaz. Oysa bu cahil bilmediği farzı öğrenmeye muktedirdir veya başkası tarafından öğretilmeye müsaittir. O başkası gidip onun bilmediği farzı ona öğretmelidir. Dinin emrine önem veren bir kimse için bu durum her şeyden alıkoyucu bir meşguliyettir; kişiyi nadiren meydana gelen fer'î meselelerine vakit harcamaktan, farzı kifayelerden olan ilmî inceliklerde derinleşmekten alıkoyar. Böyle bir çalışmadan önce farzı ayın veya yaptığından daha önemli bir farzı kifaye ele alınabilir.
Ne şekilde olursa olsun bu zamanımızda evinde oturan kişi halkın irşad ve öğretmenliğinden feragat etmesi bakımından münkerden uzak değildir. Halkı iyiliği yapmaya teşvik etmeyi terk ettiğinde münkeri işlemiştir. Bu bakımdan insanların çoğu şehirlerde bile namazın şartlarını fıkha göre bilmemektedirler. Acaba köylü ve bedeviler nasıldır? Bedeviler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğer halk sınıfları da bu gruplardan sayılır. Bu bakımdan şehrin her mahalle ve camiinde halka dinlerini öğreten bir fakîhin bulunması farz olduğu gibi, her köyde de bir fakîhin bulunması farzdır. Her fakihe, kendi şahsına farzı ayın olan vazifelerini yapmak, farzı kifaye olan vazifeleri yapmak için hazırlanmak ve oturduğu şehrin etrafındaki köylere, bedevî Arap, Türkmen ve diğer milletlere gidip onlara dinlerini öğretmek ve şer'î şerifin farzlarını tâlim etmek farzdır. Fakih, bu vazifeyi yapmak için evinden çıkarken yiyeceğini de beraberinde götürmesi gerekir. İrşad etmek için çıktığı kimselerin yemeğinden yememelidir. Çünkü bu kişilerin yemeğinin çoğu gasp malı ve haramdır. Eğer bir fakih bu vazifeyi yaparsa, bu sakıncalı vazife diğer fakîhlerin boynundan düşer. Aksi takdirde bu felaket bütün bilginlerin yakasına yapışır. Âlimin yakasına yapışması ise, evinden çıkıp da irşad vazifesini yapmamasından ileri gelmektedir.
Cahilin yakasına yapışması ise, öğrenme vazifesini terk etmesinden dolayıdır. Namazın şartlarını öğrenen herkese, o şartları başkasına öğretmek farz olur. Eğer bu vazifeyi ihmal ederse, günahta bilmeyenlerin ortağı olur. İnsanoğlunun âlim olarak annesinden doğmadığı herkesin malumudur. Bu bakımdan tebliğ vazifesi, ilim ehlinin vecibesidir. O halde kim bir tek meseleyi öğrenmişse, o kimse o mesele hususunda ilim ehlinden sayılır. Hayatımla yemin ederim bu hususta fakîhlerin günahı daha şiddetlidir. Çünkü onların bu husustaki kuvvetleri daha açıktır ve bu vazifeyi yapmaları onların bilgisine daha uygundur. Çünkü diğer sanat erbabı sanatlarını terk edip dinî faaliyetlerle meşgul olurlarsa cemiyetin hayatı felce uğrar. Bu bakımdan sanat sahipleri halkın salah ve refahında gerekli bir görev yüklenmişlerdir. Fakîhin şânı ve sanatı Hz. Peygamber'den işittiklerini tebliğ etmektir. Çünkü âlimler peygamberlerin varisleridir. Kişi 'Halk güzelce namaz kılmıyor' diye evinde oturup mescide gitmemezlik yapamaz. Aksine halkın güzelce namaz kılmadığını bildiği zaman onlara öğretmek ve bu uygunsuz hareketlerini yasaklamak için camiye gitmek kendisine farz olur. Böylece çarşı ve pazarda daimi bir şekilde cereyan eden yasak ve münker bir işin olduğunu veya belli bir vakitte bu işin yapıldığını bilen bir kimse, eğer bu yasağı bozup kaldırmaya muktedirse, evinde oturup bu vazifeyi kendi nefsinden düşürmesi caiz değildir. Aksine evinden çıkıp bu münkeri kaldırması kendisine düşen bir vazifedir. Eğer münkerin tamamını kaldırmaya gücü yetmiyor ve bununla beraber görmek de istemiyorsa, fakat evinden çıktığı takdirde en azından bir kısmını kaldırabiliyorsa, evinden çıkmak kendisine farz olur. Çünkü kaldırılması gücü ve takati dâhilinde olan bir münkeri kaldırmak için evinden çıkan bir kimse, gücü yetmediği münkerlerle karşı karşıya geldiğinden dolayı sorumlu değildir. Münkerlerin olduğu yerde hazır bulunmak, doğru dürüst bir hedef için gidilmemişse yasaktır.
Bu bakımdan her Müslüman nefsinden başlamalı, farzlara ve haramların terkine devam etmek sûretiyle önce nefsini yetiştirip ıslah etmeli, sonra bunu aile efradına öğretmelidir. Onların hâlini ıslah ettikten sonra komşularına gitmelidir. Ondan sonra mahallesinin sakinlerine, ondan sonra hemşerilerine, sonra şehrinin etrafındaki köylülere,sonra göçebe hayatı yaşayan Kürt, Arap ve benzerlerine ve böylece dünyanın en uzak yerlerine kadar gitmelidir. Eğer en yakın olan bir fakih bu vazifeyi yaparsa, en uzak olan bir fakihin boynundaki mesuliyet kalkar.
Eğer yapmazsa (ister yakın, ister uzak olsun) bu vazifeyi yapmaya gücü yeten herkes sorumludur. Yeryüzünde dinin farzlarından herhangi birisini bilmeyen tek kişi kalıncaya kadar bu sorumluluk ortadan kalkmaz. Oysa bu cahil bilmediği farzı öğrenmeye muktedirdir veya başkası tarafından öğretilmeye müsaittir. O başkası gidip onun bilmediği farzı ona öğretmelidir. Dinin emrine önem veren bir kimse için bu durum her şeyden alıkoyucu bir meşguliyettir; kişiyi nadiren meydana gelen fer'î meselelerine vakit harcamaktan, farzı kifayelerden olan ilmî inceliklerde derinleşmekten alıkoyar. Böyle bir çalışmadan önce farzı ayın veya yaptığından daha önemli bir farzı kifaye ele alınabilir.
İyiligi Emer, Kötülükten Men
- 1 GİRİŞ
- 2 Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i an'il-Münker'in Farziyeti
- 2.1 Hadîsler
- 2.2 Ashab'ın ve Alimlerin Sözleri
- 3 Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i an'il-Münker'in Rükün ve Şartları
- 3.1 II. Rükün
- 3.2 III. Rükün
- 3.3 IV. Rükün
- 3.3.1 İkinci Derece
- 3.3.2 Üçüncü Derece
- 3.3.3 Dördüncü Derece
- 3.3.4 Beşinci Derece
- 3.3.5 Altıncı Derece
- 3.3.6 Yedinci Derece
- 3.3.7 Sekizinci Derece
- 3.3.8 Muhtesib'in (Uyarıcının) Âdâbı
- 4 Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i an'il-Münker'in Yolları ve Âdeten Yapılan Münkerler
- 4.1 Çarşılarda Görülen Münkerler
- 4.2 Yollarda Görülen Münkerler
- 4.3 Hamamlarda Görülen Münkerler
- 4.4 Ziyafetin Münkerleri
- 4.5 Genel Münkerler
- 5 Sultanlara Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i An'il-Münker'de Bulunmak