3.3.2 Üçüncü Derece

Üçüncü Derece

Üçüncü derece, va'z, nasihat ve Allah'ın kahrıyla korkutmak sûretiyle münkeri işlemekten alıkoymaktır.

Münkeri münker olarak bildiği halde işleyen bir kimse hakkında bu şekil tasavvur edilebilir veya münker olduğunu öğrendikten sonra yine de ısrar eden bir kimse hakkında bu şekil tasavvur edilir. Tıpkı içkiye, zulme, Müslümanların gıybetine veya bunlara benzer hareketlere devam eden bir kimse gibi... İşte böyle bir kimseyi Allah'ın kahrıyla korkutmak, va'z ve nasihat yapmak gerekir. Bu hususta tehdit savuran hadîsleri kendisine okumak lâzımdır. Selefi salibinin gidişatını, muttakîlerin ahlâkını kendisine hikâye etmelidir. Bütün bunlar şefkatle, öfkelenmeden, azarlamadan, yumuşakça kendisine iletilir. Hatta onun hâline acıyan bir kimse gibi kendisine bakmalıdır. Günah işlemesini kendi nefsine isabet eden bir musibet gibi görmelidir. Zira Müslümanlar bir nefis gibidirler.

Dikkat edilmelidir ki burada büyük bir âfet vardır. Kişinin o âfetten korunması uygundur. Çünkü o âfet helak edicidir. O âfet de şudur: Âlim kişi, münkeri işleyene bunun kötülüğünü tarif ettiği zaman, nefsinin ilimle aziz olduğunu, karşıdaki insanın cehaletten ötürü zelil olduğunu görür ve çoğu zaman münkeri tarif etmekle, karşısındaki insanı aptal yerine koymayı düşünür. İlmin şerefiyle ondan daha üstün olduğunu ve onun da cahil olduğu için zelil olduğunu açığa vurmak ister. Eğer âlim kişiyi uyarıcılığa sevk eden mânâ bu ise, bu münker, âlim için esasında itiraz ettiği ve uyardığı münkerden daha çirkindir. Böyle bir uyarıcının misali, başkasını ateşten kurtarmak için nefsini yaktıran bir kimsenin misaline benzer. Bu ise cehaletin katmelisidir, tehlikeli bir felaket ve büyük bir zillettir, şeytanın aldatmacasıdır. Her insan şeytanın ipine sarılabilir. Ancak Allah'ın nefsinin ayıplarını bildirdiği, hidayetinin nûruyla kalp gözünü açtığı kimse bundan müstesnadır. Zira başkasına hükmetmekte iki yönden nefis için büyük bir lezzet vardır. O yönlerin birincisi, ilmin delalet ediciliği cihetinden gelir.

Diğeri ise: başkasına hükmetmesinin cihetinden gelir. Bu ise, riya ve nüfuz sağlamayı talep etmeye dönüşür. Böyle bir talep ise, gizli şehvettir ki insanı gizli şirke davet eder. Bunun mihenk ve miyarı vardır. Uyarıcının o mihenge nefsini vurup imtihan etmesi uygundur.
Kişinin kendi nefsiyle münkerden menedilmesi, başkasının uyarısıyla menedilmesinden daha sevimli olmalıdır.

Eğer uyarıcılık vazifesi kişiye zor geliyor, nefsine ağır basıyorsa, başkası uyarıcılık, va'z ve nasihatte bulunmalıdır. Çünkü onu bu takdirde va'z ve nasihata iteleyen kuvvet dindir. Eğer o günahkârın va'z ve nasihatıyla günahtan çekinmiyorsa, kendi günahları için başkasının nasihatından hoşlanmıyorsa, böyle bir kimse ancak nefsinin hevasına tabi olan bir kimsedir. Va'z ve nasihat vasıtasıyla nefsinin nüfuzunu göstermeye kalkışıyorsa böyle bir kimse Allah'tan korksun, her şeyden önce kendi nefsini uyarsın. İşte durum böyle olduğu takdirde Hz. İsa'ya denilen şey burada tekrar edilir: 'Ey Meryem'in oğlu! Nefsine nasihat et. Eğer nefsin nasihata muhatap olursa, bu sefer halka va'zet. Eğer nefsin va'zından istifade etmezse benden utan!'

Davud et-Tâî'ye şöyle denir:
—Şu emir ve sultanların huzuruna girip onlara iyiliği emreden ve onları kötülükten meneden bir kimseyi hiç gördün mü ve böyle bir kimsenin bulunacağını zanneder misin?
—Böyle bir kimsenin dövülmesinden korkuyorum!
—Böyle bir kimse dövülmeye tahammül edebilecek kırattadır.
—Boynunun kılıçla vurulmasından korkuyorum.
—Buna da tahammül edebilir!
—O halde, müzmin hastalık olan ucub ve riyaya mübtela olmasından korkuyorum.