Kula Göre Dünyanın Hakîkati

Dünyayı kötülemek, dünyanın ne olduğunu bilmedikçe yeterli değildir. Dünyanın nesinden korunmak, nesinden korunmamak gerektiğini bilmeden onu kötülemek bir fayda vermez. Bu bakımdan kötülenen dünyayı belirtmemiz mutlaka lâzımdır. Allah'a giden yolu kesene bir düşman olduğundan dolayı kendi-sinden korunmak ve sakınmak gereken dünyanın ne olduğunu beyan etmeliyiz. O halde deriz ki: Senin dünya ve ahiretin, kalbinin hallerinden olan iki halden ibarettirler. O hallerden yakın olana dünya denilir. O, ölümden önceki herşey demektir. Geciken ve ölümden sonra gelene ahiret denilir. O da ölümden sonrasıdır. Bu bakımdan dünyada her ne nasibin, gayen, şehvetin ve lezzetin varsa ölümden önce meydana gelir ve o şey senin için dünyadır. Ancak meylettiğin, nasibinin olduğu, payının bulunduğu ve kötü de olmayan bu şeyler üç kısma ayrılır:

Birinci Kısım

Ahirette seninle arkadaşlık yapan, ölümden sonra da meyvesi beraberinde kalan şeydir. Bu da iki şeyden ibarettir: İlim ve amel. İlimden gayem; Allah'ı, sıfatlarını ve fiillerini, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini, arz ve semanın melekûtunu ve Allah'ın, peygamberinin şeriatını bildiren ilimdir. Amelden gayem; halisen Allah rızası için yapılan ameldir. Âlim kişi bazen ilmiyle o kadar ünsiyet peyda eder ki ilim onun nezdinde eşyanın en lezzetlisi olur. Bu bakımdan uykuyu, yemeyi ve evlenmeyi ilmin lezzeti için terke-der. Çünkü ilim, onun katında bütün bunlardan daha zevklidir. O halde ilim, bu kişi hakkında dünyada hemen verilen bir nasip olmaktadır... Fakat biz dünyanın kötülüğünü belirttiğimiz zaman, asla bunu dünyadan saymayız. Aksine bu ahiretten deriz.

Böylece âbid kişi de bazen ibadetiyle ünsiyet peyda eder, onun lezzetine alışır. Öyle ki o ibadetten menedilirse, bu menediliş onun için cezaların en büyüğü olur. Hatta bazıları der ki: 'Ben benimle gece ibadeti arasında perde olur diye ölümden korkuyorum'.

Başka biri de şöyle der: 'Yarab! Namazın, rükûun ve secdenin kabirde bile yapılması için bana kuvvet ver!'

İşte bu kimsenin katında namaz, hemen verilen nasiplerden olmaktadır. Âcilen verilen nasibe dünya ismi verilir. Çünkü dünya yakınlık mânâsına gelen dünuv kökünden gelir. Fakat biz, bu dünyadan, kötülenen dünyayı kasdetmiyoruz. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur.
Bana dünyanızdan üç şey sevdirilmiştir:

1.Kadın

2.Güzel koku

3.Gözümün nûru namaz!53

İşte görüldüğü gibi namaz, dünyanın zevklerinden sayılmıştır. His ve müşahedeye giren herşey de şehadet âleminden sayılır ve dünyadandır. Azaları rükûa varmak, secdeye kapanmak suretiyle hareketlendirmekten lezzet almaktadır. Lezzet almak ise dünyada olur. Bunun için de Hz. Peygamber, namazı dünyaya izafe etmiştir. Ancak biz bu kitapta kötülenen dünyadan bahsedeceğiz. Bu bakımdan deriz ki; 'Namaz, kötülenen dünyadan değildir'.

İkinci Kısım

Birinci kısmın tam zıddı ve en uzağında olan şeydir. O da içinde acil lezzet olan ve ahirette asla meyvesi olmayan şeylerdir.Bütün günahlardan zevk almak, ihtiyaçlardan fazla olan mübah şeylerle nimetlenmek, zaruretin dışında olan, refah ve konforlu yaşama dahil olan şeyler gibi... Altın ve gümüş istiflerden, bağlanıp beslenen atlardan, evcil hayvanlardan, ziraattan, köleler, cariyeler, aygırlar, koyun sürüleri, köşkler, evler, kıymetli elbiseler ve yemeklerin lezzetlerinden lezzetlenmek gibi... Bu bakımdan kulun bütün bunlardan olan nasibi kötülenen dünyadır. Fakat fuzulî sayılan veya ihtiyaç yerinde sarfedilen şeyler hakkında uzun bir düşünce silsilesi vardır.

Hz. Ömer'den rivayet ediliyor ki, Ebu Derdâ'yı Humus'a vali tayin etti. Vali bir gölgelik yapıp oraya iki dirhem sarfetti. Bunun üzerine Hz. Ömer valiye şunu yazdı:

Mü'minlerin emîri Hattab oğlu Ömer'den Ebu Derda'ya... Senin için Faris ve Rumlar'ın -Allah onları tahrip etmek istediği zaman- dünyanın tamirine yetecek kadar binaları vardır. Bu bakımdan sana şu mektubum ulaştığı zaman seni aile efradınla Şam'a sürgün ediyorum!54
Ebu Derdâ ölünceye kadar Şam'da kaldı. İşte Hz. Ömer, dünyanın bu kadarını fuzulî görmüştür. Bu bakımdan bu hususta düşün!

Üçüncü Kısım

Birinci ve ikinci kısım arasında bulunan kısımdır. O da âhiret amellerine yardımcı olan âcil rızıklardır. İnsanoğlunu, ilim ve amele ulaştıran, varlık ve sıhhatini devam ettirmesi için gereken herşey böyledir... Pek fazla pahalı olmayan kaba bir gömlek ve yemeğin normal miktarı gibi... İşte bunlar -birinci kısım gibi- dünyadan sayılmazlar. Çünkü bunlar birinci kısma yardımcı ve vesiledirler. Bu bakımdan kul, ilim ve amel hususunda kendisine yardımcı olsun diye bunları elde ederse dünyaya daldı denilmez ve bu yüzden dünya yavrularından olmaz: Eğer kulun teşvikçisi, takvâ hususunda yardımcı olsun diye değil de sadece geçici lezzeti temin ise, o vakit ikinci kısma iltihak eder ve kötülenen dünyadan sayılır. Ölüm çağında kulla beraber ancak üç sıfat kalır:

1.Kalbin kirlerden temizlenmesi

2.Allah'ın zikri

3.Allah'ı sevmesi

Kalbin saflığı ve temizliği, ancak dünya şehvetlerinden menedilmekle elde edilirler. Allah'ın zikriyle yakınlık kurmak ise, ancak Allah'ı anmak ve buna daimi bir şekilde devam etmekle elde edilir. Sevgi ise ancak mârifetle elde edilir. Allah'ın mârifeti ise ancak daimi bir şekilde düşünerek, tefekkür etmekle elde edilir. İşte bu üç sıfat kurtarıcı, ve ölümden sonra saadet getirici sıfatlardır. Dünya şehvetlerinden kalbi temizlemeye gelince, o kurtarıcı sıfatlardandır. Çünkü kul ile Allah'ın azabı arasında siper olur. Nitekim bu durum haberlerde de vârid olmuştur.

Muhakkak ki kulun amelleri, kulu müdafaa eder ve korurlar. Bu bakımdan azap, ayaklar tarafından geldiği zaman gece ibadeti gelip o azabı kovar ve siper olur. Eller tarafından geldiğinde, ellerle verilen sadaka gelir onu defeder...55

Ünsiyet ve muhabbete gelince, onlar insanı saadete erdiren sıfatlardandırlar. Onlar kulu, mülâkat ve müşahedenin lezzetine vardırırlar. Bu saadet hemen ölümün akabinde çarçabuk tahakkuk eder ve cennette Allah'ın cemâlini görünceye kadar devam eder. Bu bakımdan kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Böyle bir kimse için kabir nasıl cennet bahçelerinden bir bahçe ol-masın! Oysa böyle bir kimsenin bir mahbubdan fazla mahbubu yoktu. Dünya alâkaları da o mahbubu daimi şekilde anıp, onunla yakınlık kurmaktan kendisini alıkoyuyordu. Onun cemâlini mütalaa etmeye mâni oluyordu. Bu bakımdan o alâkalar ortadan kalkmış, kişi hapisten kurtulmuş, sevdiğiyle başbaşa kalmış... O halde, alâkalardan emin, mânilerden selim ve sevinçli bir durumda sevdiğinin huzuruna varır. Dünyanın aşığı ölüm çağında nasıl üzülmesin? Oysa onun sevdiği dünyadan başka birşey değil.

Dünya ise kendisinden alınır, kendisi ile dünya arasında ölüm perdesi gerilir, dünyaya dönüş yolları kendisi için kapanır. Bunun için şöyle denilmiştir:

Bir dostu olup da kendisini bırakanın hali ne olacaktır? Ölüm yokluk değildir. Ölüm kulun dünyadan ayrılması ve Allah'ın huzuruna varmasıdır.

Durum bu ise âhiret yolunun yolcusu, amel, fikir ve zikirden ibaret olan bu üç sıfatın sebeplerine devam eden bir kimsedir. Bu sıfatlar, onu dünya şehvetlerinden kesen sıfatlardır.Dünyanın lezzetlerini kendisine çirkin gösterirler. O lezzetlerden kendisini alıkoyarlar. Bütün bunlar ancak beden sıhhatiyle mümkün olur. Bedenin sıhhati de ancak azıkla elde edilir. Elbise, mesken ve bunlara benzer birçok sebeplere muhtaçtır. Bu bakımdan bunlardan lâzım olan miktarı, dünyadan âhirete sarfetmek için aldığı zaman, dünya âşıklarından sayılmaz. Dünya onun hakkında âhiretin tarlası olur. Eğer onları nefsinin zevki için ve lezzetlenme maksadıyla alırsa dünyanın âşıkları'ndan olup lezzetlerine rağbet gösterenlerden sayılır. Ancak dünyanın lezzetlerine rağbet göstermek, sa-hibini ahiret azabına maruz bırakan ve haram olan şeyler, sahibiyle yüce dereceler arasına perde gibi gerilir. Sahibini uzun uzun hesap vermeye maruz bırakan ve kendisine helâl ismi verilen şeye taksim olunur. Basiret sahibi bilir ki muhasebe için kıyamet meydanında uzun durmak da azaptır. Bu bakımdan hesap için bekletilen bir kimse üzülür.56 Zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Diğer bir rivayet şöyledir: Dünyanın helâli azaptır'. Ancak bu azap, haramdan gelen adaptan daha hafiftir. Katta dünyanın helâlinden ötürü hesaba çekilmek olmasa dahi, cennette kaçırdığı yüce dereceler ceza bakımından yeter de artar!.. Kalbin o hakir, hasis, temelsiz lezztlerden dolayı çektiği hasret de azaptır. İşte dünyadaki halini buna kıyas et! Akran ve emsaline baktığın zaman dünya saadetleriyle senden öndeyseler, kalbin nasıl o saadetleri elde etmediğinden paramparça olur. Oysa biliyorsun ki o saadetler geçicidir. Bulanıklarla karışır. Onların duruluğu yoktur. Acaba büyüklük vasfı olmayan bir saadetin ve zamanla akıp giden ve so-nuna ulaşmak imkânı bulunmayan bir mutluluğun elden gitmesi hususunda halin ne olacaktır? Bu bakımdan, dünyada velev ki bir kuşun sesiyle (ötüşüyle) veya bir yeşilliğe bakmak suretiyle veya bir yudum soğuk su içmekle lezzetlenen bir kimse mutlaka ahirette onun kat kat lezzetlerini kaybeder. Hz. Peygamber'in Ömer'e hitaben buyurduğu şu hadîs-i şerîfiyle bu mânâ kastedilmiştir:

Hz. Peygamber bu sözüyle Hz. Ömer'e ikram edilen soğuk suya işaret ediyor. Sualin cevabına maruz -o sualde zillet, korku, tehlike ve bekleme vardır- kalmaya işaret etti. Bütün bunlar nasibin eksikliğindendir ve bunun için de Hz. Ömer 'Bunun hesabını benden uzaklaştırın' demiştir. Bu sözünü, susadığı ve kendisine soğuk bal şerbeti takdim edildiği ve elinde onu evirip çevirdiği ve sonra içmekten vazgeçtiği zaman söyledi. Dünyanın azı ve çoğu, haramı ve helâli lanete uğramıştır. Ancak Allah'ın takvâsına yardım eden kısım hariç... Zira bu kadarcığı dünyadan değildir. Kimin mârifeti daha kuvvetli ve daha sağlamsa, dünya nimetinden korunması daha şiddetlidir. Hatta İsa (a.s) uyuduğu zaman başını bir taşa koydu. Sonra o taşı da attı. Zira İblis kendisine görünerek şöyle dedi: 'Sen dünyaya rağbet ettin!

Süleyman (a.s) o kadar servet ve debdebe içinde, insanlara yemeklerin lezzetlilerini yedirir kendisi ise arpa ekmeğiyle yetinirdi'. Bu yolla serveti nefsinin yanında bir zillet ve zorluk kıldı. Zira yemeklerin lezzetlileri varken sabretmek daha zordur. Bu sırra binaen Allah Teâlâ (c.c) peygamberimizden dünyayı esirgedi. Hz. Peygamber (s.a) açlıktan karnının üzerine taş bağlıyordu ve bunun için de Allah Teâlâ, bela ve mihneti, peygamberler ve velî kullarına musallat kılmış, sonra (derece bakımından) onlara benzeyenlere musallat kılmıştır.59

Bütün bunları düşünmek, onlara minnet ve ihtimam etmenden dolayıdır ki ahirette nasipleri çoğalsın! Nitekim şefkatli bir baba, çocuğunu meyvelerin lezzetinden korur. Kan aldırma elemine maruz bırakır. Bütün bunları meyvelere kıyamadığı için değil, evladına karşı olan şefkat ve sevgisinden dolayı yapar.

Bununla anlaşıldı ki, Allah için olmayan herşey dünyadandır. Allah için olan ise dünyadan değildir. Eğer 'Allah için olan şey nedir?' dersen, derim ki: Eşya üç kısma ayrılır. Bir kısım vardır ki Allah için olması düşünülemez. Bu kısma günahlar, mahzurlular ve mübahların çeşitleriyle nimetlenmeler girer. Bu, kötülenmiş katıksız dünyadır. Bu, maddeten ve mânen dünyadır. Diğer bir kısım vardır ki görünüşü Allah içindir. Fakat Allah için olmaması da mümkündür. Bu da üç gruptur: Fikir, zikir ve şehvetlerden korunma. Bunların üçü, gizlice yapıldıkları ve yapılmalarının sebebi sadece Allah'ın emri ve ahiret günü olduğu zaman Allah içindir, dünyadan değildir. Eğer fikirden gayesi; ilmi halk arasında marifeti izhar etmek suretiyle şeref sahibi olmaksa veya şehveti terketmekten gayesi mal toplamak veya bedenin sıhhatini korumak veya zahidlikle meşhur olmaksa, işte mânâ bakımından bu dünyadır. Her ne kadar görünüşte Allah için olduğu sanılıyorsa da...

Diğer bir kısım vardır ki, şeklen ve maddeten nefsin lezzeti için olur. Fakat mânâ bakımından Allah için olması mümkündür. Bu da yemek, evlenmek, kişinin ve neslinin bekası ile ilgili şeylerdir... Eğer bunlardan gaye sadece nefsin lezzeti ise dünya olur. Eğer gaye takvâ hususunda yardımcı olmaları ise mânâ bakımından Allah için olur. Her ne kadar görünüşte dünya için olsa da... Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim zengin olmak, akran ve emsaline karşı böbürlenmek için helâlinden mal edinmek istiyorsa, böyle bir kimse Allah kendisinden nefret ettiği halde Allah'ın huzuruna gelir ve kim dilenmekten kurtulmak ve nefsini korumak için mal talep ediyorsa, bu kimse kıyamet gününde yüzü ayın ondördü gibi pırıl pırıl parladığı halde gelir.60

Dikkat et! Maksada göre bu nasıl değişiyor? O halde dünya, nefsinin acil ve gelip-geçen lezzetidir, Âhiret için ihtiyaç olmayan lezzete hevâ denir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Ama kim rabbinin divanında durup hesap vermekten korkmuş ve nefsini heveslerden alıkoymuşsa onun barınağı da cennettir.(Nâziât/40-41)

Hevâyı toplayan yerler beş tanedir:

Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, süs, aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır.(Hadîd/20)

O aynalar ki onlardan bu beş şey çıkar, onlar yedi tanedir.
İnsanlara kadınlar, oğullar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlar, (otlağa) salınmış atlar, davarlar ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük süslü (câzip) gösterildi. Fakat bunlar dünya hayatının geçici menfaatidir. Oysa varılacak güzel yer Allah'ın katındadır.(Âlu İmran/14)

Böylece anlaşıldı ki, Allah için olan şeyler dünyadan değildir. Yaşam için gerekli olan mesken ve elbise -eğer Allah rızası için istenirse- Allah içindirler. Bunlardan çokça edinirse lezzet kısmına dahildir ve Allah için değildir. Lezzetlenme ile zaruret arasında bir derece vardır. Ona hâcet ismi verilir. Bu hâcetin iki tarafı, bir de orta kısmı vardır. Bir tarafı zaruret haddine yaklaşır. Bu taraf, zarar vermez. Çünkü zaruret haddi üzerinde durmak mümkün değildir. Başka bir tarafta lezzetlenme yaklaşır. Bu taraftan sakınmak uygundur. Bu iki tarafın arasında birbirine benzeyen birçok vasıtalar vardır. Kim korunun etrafında dolaşırsa koruya girmesi pek yakın bir ihtimaldir. Bütün tedbir, şüphelilerden korunmak ile takvâdır. Her şeyin başı budur. Mümkün olduğu kadar zaruret hududuna yaklaşmalıdır. Bunu da peygamberlere ve velî kullara uymak bakımından yapmalıdır! Zira onlar nefislerini zaruret hududuna döndürüyorlardı.

Veysel Karanî'nin aile fertleri Veysel Karanî'nin deli olduğunu sanıyorlardı. Çünkü o nefsini pek fazla tazyik ediyordu. Kapılarının yanında ona bir ev inşa ettiler. Bir sene, iki sene, üç sene geçtiği halde onun yüzünü görmüyorlardı. O, evinden sabah ezanının ilk çağında çıkıyor, en son yatsı namazında dönüyordu. Onun geçimi, hurma çekirdeklerini toplayıp bedeliyle geçinmekti. Atılmış bir hurmayı yerde görürse, akşam onunla iftar etmek için alırdı. Eğer iftar için birşey bulamazsa, topladığı çekirdekleri satar, onun parası ile gıdasını temin ederdi. Veysel Karanî'nin elbisesi mezbeleliklere atılan paçavralardı. Onları Fırat nehrinde yıkar, yamalar ve giyerdi. İşte onun elbisesi bu idi. Bazen mahalle çocuklarının yanından geçerken kendisini deli sanan çocuklar onu taşlarlardı. Çocuklar onu deli sanarlardı. Onlara şöyle derdi: 'Kardeşlerim! Eğer beni taşlayacaksınız, bari bana küçük taşları atın, çünkü topuklarımın kanayıp namaz vaktinin geçmesinden korkuyorum'. İşte onun sîreti böyleydi. Oysa Hz. Peygamber (s.a) onun şanını yücelterek şöyle buyurmuştur:

Ben Yemen tarafından Rahmân'ın nefesini hissediyorum. Bu hadîs, Veysel Karânî'ye işarettir.
Hz. Ömer, halife seçildiği zaman şöyle bir hutbe îrad etti: 'Ey insanlar! Sizden Iraklı olanlar ayağa kalksın!' Bu söz üzerine Iraklılar ayağa kalktı. Hz. Ömer 'Siz oturunuz! Sadece Kûfeliler ayakta kalsın!' dedi. Iraklılar oturdular. Kûfelilere 'Siz de oturun! Sadece Murad kabilesinden olanlar ayakta kalsın!' dedi. Onlar da oturunca, Murad kabilesine şöyle hitap etti: 'Siz de oturunuz! Sadece Karan kabilesinden olan ayakta kalsın!' Hepsi oturdu. Bir tek kişi ayakta kaldı. Hz. Ömer ona hitaben şöyle dedi:

-Beni görüyor musun?

-Evet! Seni görüyorum.

-Karan'lı Amr'ın oğlu Üveys'i tanıyor musun?

Sonra Üveys'in, Hz. Peygamber'den dinlediği vasıflarını saymaya başladı.

-Evet! Tanıyorum. Sen niçin onu soruyorsun? Allah'a yemin ederim, bizim içimizde, ondan daha ahmak, ondan daha vahşi, ondan daha hakir bir kişi bulunamaz!

Bu durum karşısında Hz. Ömer ağladı ve sonra şöyle dedi:
-Ben dediklerimi, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini işittiğimden dolayı dedim: 'Onun şefaatıyla Rabia ve Mudar kabileleri adedince insan cennete dahil olacaktır'.61

Herem b. Heyyan62 şöyle dedi: 'Ben Hz. Ömer'in bu sözünü dinledikten sonra Kûfe'de hiçbir işim olmadığı halde Üveys-i Karanî'yi arayıp bulmak ve onun durumunu sormak için kaldım. Araya araya onu Fırat nehrinin kıyısında, gündüzün ortasında, abdest alırken gördüm. Onu, bana söylenen vasıflarından tanıdım. Baktım ki etine dolgun, teni bembeyaz, başı traşlı, sakalı gür, rengi bozulmuş, yüzü buruşmuş, manzarası heybet verici bir kişi... Ona selâm verdim. Selâmımı aldıktan sonra beni dikkatle süzdü. Ben ona 'Allah senin gibi bir kahramana uzun ömür versin' dedim ve elimi musafaha etmek için onun eline uzattım. Benimle musafaha etmekten kaçındı. Ben 'Ey Uveys! Allah sana rahmet edip seni affetsin! Nasılsın, ey Allah'ın rahmetine mazhar olan kişi?' dedikten sonra, onu sevdiğimden ve ona karşı şefkatimden gözlerimden yaşlar boşanıp konuşamaz hale geldim. Zira onun durumundan gördüklerim bunu gerektirmişti. O da bana dedi ki: 'Allah sana da uzun ömür versin ey Heyyan'ın oğlu Herem! Nasılsın? Beni sana kim gösterdi?' Cevap olarak 'Allah!' dedim. Buna karşılık şunları söyledi: 'Allah'tan başka ilah yoktur. Allah ortaktan münezzehtir. Muhakkak rabbimizin va'di yerine gelecektir'.

Herem der ki: 'Beni tanıdığı zaman hayrete düştüm. Allah'a yemin ederim, ondan önce ne ben onu görmüştüm, ne de o beni görmüştü. Kendisine şöyle sordum: 'Benim ve babamın ismini nereden duydun? Oysa bundan önce seni görmüş değilim?' Cevap olarak 'Alîm ve habîr olan Allah bunu bana haber verdi. Nefsim senin nefsinle konuşurken ruhum senin ruhunu tanıdı. Ruhların da bedenlerin nefisleri gibi nefisleri vardır. Mü'minlerin bazıları bazılarını tanırlar. Allah'ın vermiş olduğu ruh vasıtasıyla sevişirler. Her ne kadar daha önce karşılaşmamış olsalar da... tanışırlar, konuşurlar her ne kadar memleketleri birbirlerinden uzak, konakları ayrı ayrı olsa da.'

'Allah senden razı olsun! Hz. Peygamber'den bir hadîs bana naklet ki ben onu senin ağzından dinleyeyim' dedim. Cevap olarak şöyle dedi: 'Ben Hz. Peygamber'e yetişemedim. Onunla sohbetim yok. Annem ve babam ona feda olsun. Fakat Hz. Peygamber ile karşılaşan kişileri gördüm. Senin kulağına geldiği gibi benim de kulağıma hadîsler gelmiştir. Ben, nefsim için bu kapıyı açıp da muhaddis, müftî veya kadı diye bilinmek istemiyorum! Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Benim nefsimde bir meşguliyet vardır, beni insanlardan alıkoydu'.
Ben ona 'Kardeşim! Bana Kur'an'dan bir âyet oku ki onu senin ağzından duyayım. Bana bir tavsiyede bulun! Çünkü ben seni Allah için pek fazla seviyorum!' dedim.

Herem der ki: 'Benim bu ısrarıma karşı ayağa kalktı, Fırat nehrinin kıyısına kadar elimden tuttu ve sonra şöyle dedi: 'Bilen ve dinleyen Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınıyorum'. Sonra ağladı ve dedi ki: 'Rabbim demiştir. Hak da rabbimin sözüdür. Rabbimin sözü, sözlerin en doğrusudur'. Sonra şu ayeti okudu:

Biz gökleri, yeri ve aralarındakileri eğlence olarak yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmezler. O fasıl günü, hepsinin varacağı gündür. O gün dost dosttan hiçbir şey engelleyemez ve kendilerine yardım da olunmaz. Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Çünkü O azîz'dir, rahîm'dir!(Duhan/38-42)

Bu ayeti okuduktan sonra bayıldığını sandığım şekilde bir ses çıkardı, sonra şöyle dedi: 'Ey Heyyan'ın oğlu! Senin baban Heyyan öldü! Senin de ölümün yaklaştı. Ya cennete veya cehenneme... Baban Adem (a.s) öldü, annen Havva öldü, Nûh (a.s) öldü, Rahmâ'nın dostu İbrahim (a.s) öldü! Rahmân'ın kurtardığı Musa (a.s) öldü. Rahmân'ın halifesi Dâvud (a.s) öldü! Muhammed, (ona ve diğerlerine, salât ve selâm olsun) öldü. Oysa Hz. Peygamber (s.a) alemlerin rabbi olan Allah'ın Rasûlü'dür. Müslümanların halifesi olan Ebubekir öldü. Dostum ve kardeşim Hattab'ın oğlu Ömer öldü!' Bunu söyledikten sonra: 'Ey Ömeeer! Ey Ömeeer!!!' diye bağırdı.

Herem der ki, ben kendisine 'Allah senden razı olsun! Ömer ölmemiştir' dedim. O cevap olarak 'Rabbim bana Ömer'in ölüm haberini verdi, nefsim de ölümünü hissetti' dedi ve şöyle devam etti: 'Ben de sen de ölüler zümresindeniz. Sanki bu olmuştur'. Sonra Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirdi. Birtakım gizli dualar okudu, sonra şöyle dedi: 'Ey Heyyan'ın oğlu! Şu benim sana tavsiyemdir: Allah'ın Kitabı'ndan ve sâlih mü'minlerin yolundan ayrılma! Benim ölüm haberim bana ulaştırıldı. Senin ölüm haberin de bana ulaştırıldı. Bu bakımdan Allah'ın zikrinden ayrılma! Hayatta kaldıkça, göz açıp kapatıncaya kadar kalbin senden ayrılmasın! Döndüğün zaman kavmini Allah'ın azabıyla korkut. Bütün ümmete nasihatçi ol! Bir karış dahi cemaattan ayrılma yoksa bilmeden dinin senden ayrılır dolayısıyla kıyamet günü ateşe girersin!' dedikten sonra şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Şu kişi (Herem) senin yolunda beni sevdiğini ve rızan için beni ziyarete geldiğini söylüyor. Yarab! Cennette bana yüzünü tanıt. Dar'us-selâm'da onu benim yanıma koy! Nerede olursa olsun, dünyada kaldıkça onu koru! Onun kaybolmuş şeylerini ona ihsan et! Onu dünyanın azıyla razı et! Dünyadan ona vermiş olduğunu onun için kolaylaştır. Ona vermiş olduğun nimetlerinden dolayı onu şükreden kullarından kıl! Benden taraf ona en hayırlı mükâfatı ihsan eyle!' Bunu dedikten sonra şöyle devam etti: 'Ey Heyyan'ın oğlu Herem! Seni Allah'a emanet ediyorum. Selâm, Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun! Allah senden razı olsun! Bugünden sonra seni, beni ararken görmeyeyim. Çünkü ben şöhretten nefret eden ve tenhayı seven bir kimseyim. Meşguliyetim çoktur. Hayatta kaldıkça bu insanlarla beraber üzüntüm pek şiddetlidir. Ne sen beni sor, ne de ben seni arayayım. Bil ki sen da-ima benim hatırımdasın. Sen beni görmesen dahi seni anarım. Bana dua et. Eğer Allah dilerse ben de seni anar ve sana dua ede-rim, sen şu tarafa git, ben de öbür tarafa gideyim!' Bunun üzerine kendisiyle bir saat yürümeyi arzuladım. Fakat bu imkânı bana vermedi. Kendisinden ayrıldım. Hem kendisi ağladı, hem de beni ağlattı. Ben gidip bazı sokaklara girinceye kadar arkasından baktım. Ondan sonra onu sordumsa da ondan haber veren bir kimseye tesadüf etmedim. Allah ondan razı olsun, makamı cennet olsun!

İste dünyadan yüzçevirip ahirete yönelenlerin sîreti ve ahlâkı böyle idi. Dünya bahsinde geçen hakîkatlerden, peygamberler ve velî kulların sîretinden anlaşıldı ki dünyanın tarifi şudur: Yemyeşil kubbenin gölgelendirdiği herşeye, külümsü toprağın üzerinde bulunan herşeye dünya denilir. Ancak bu şeylerden Allah rızası için olanlar müstesnadır ve dünyalıktan sayılmazlar. Dünyanın zıddı ve kuması ahirettir. Kendisiyle Allah talep edilen herşey âhirettendir. Allah'a ibadet etmek için, dünyadan zarûret miktarı alınan şeyler dünyadan değil ahirettendir. Bu bir misal ile açığa kavuşur.

Şöyle ki: Kâbeyi kasteden bir kimse, hac yolunda olduğu halde, hacdan başka şeylerle meşgul olmayacağına, kendisini tamamen hacca vereceğine dair yemin etse, sonra bu kimse yolda azığını korumak, devesinin yemini vermek, yemek torbasını dikmek ve hac için lâzım olan şeyleri yapmakla meşgul olsa, kendisine yeminini bozdu diye kefaret düşmez. Çünkü hacdan başka şeyle meşgul olmuş sayılmaz. İşte beden de böylece nefsin bineğidir. Onunla ömür mesafesi katolunur. Bu bakımdan bedenin yola tahammülünü ve gücünü sağlayan ilim ve amelle meşgul olmak dünyadan değil, ahirettendir. Evet! Bu sebeplerin herhangi birisiyle bedenin lezzetlenmesi kastedildiği zaman, kasteden, ahiretten inhiraf etmiş olur ve kalbinin katılaşmasından korkulur.

Tanafusî 63 şöyle anlatıyor: Mescid-i Haram'da Beni Şeybe kapısında birkaç gün birşey yemeden karnımın büklümlerini bükerek duruyordum. Sekizinci gün, uyku ile uykusuzluk arasında iken bir dellâlin şöyle bağırdığını duydum: 'Dikkat edin! Kim, muhtaç olduğundan fazlasını dünyadan alırsa onun kalbinin gözünü Allah kör eder (veya etsin). İşte bu, dünyanın senin hakkındaki hakîkatinin beyanıdır. Bunu bil, Allah'ın izniyle irşad ol!'

_______________________
53)Nesâî, Hâkim
54)Vali mektubu aldığı zaman, aile efradıyla Şam'a gitti, ölünceye kadar orada kaldı. İbn Hibban der ki: 'Hz. Ömer'in hilâfetinde Muaviye onu Şam kadılığına tayin etmiştir'.
55)Taberânî
56)Müslim, Buhârî
57)İbn Ebî Dünya, Beyhâk:
58)Yemek bahsinde geçmişti.
59)İmam Ahmed, Buhârî, Tirmizî ve İbn Mâce
60)Ebu Nuaym, Beyhâkî
61)İbn Semmak, (Ebu Umame'den)
62)Abdî soyundan olan bu zat, ashabın küçüklerinden. İbn Ebî Hatim ise onu tabiinin meşhur sekiz zahidinden saymıştır.
63)Adı Muhammed b. Ubeyd b. Ebî Umayye el-Kûfî'dir. H. 204 senesinde vefat etmiştir.