Dünyanın Sıfatlarının Misallerle Belirtilmesi

Dünya, süratle yok olup gidiyor. Sonunun gelmesi pek yakındır. İnsanlara baki kalmayı söz verir, sonra sözüne muhalefet eder. Sen ona bakar, onu sakin ve istikrarlı görürsün. Oysa o şiddet ve süratle seyretmektedir. Süratle durmadan akıp gitmektedir. Fakat ona bakan, onun hareketini hissetmeden ona bel bağlar. Ancak sona erdiği zaman sezer. (O vakit de iş işten geçer). Dünyanın mi-sali gölgedir. Gölge, hareketsiz ve sakin görünür. Oysa hakikatte hareket halindedir. Görünürde sakindir. Onun hareketi zahirî gözle görünmez, bâtınî basiretle görülür. Dünya, Hasan Basrî'nin yanında zikredildiği zaman o şu şiiri okudu: 'Uykudaki rüyalar veya geçici bir gölge gibidir. Muhakkak akıllı bir kimse onun benzeriyle aldanmaz'.

Hasan b. Ali çoğu zaman misal getirerek şöyle derdi: 'Ey bekası olmayan dünya lezzetlerinin ehli! Geçici bir gölgeye aldanmak hamakattır'.

Denildi ki: 'Bu şiir Hz. Hasan'ın sözüdür'.
Deniliyor ki, bedevilerden biri bir kavmin yanında misafir oldu. Kendisine bir yemek ikram ettiler, yemeği yedi. Sonra onların çadırının gölgesine gitti ve uyudu. Onlar çadırı kaldırdılar. Güneş adamın üzerine gelince kalktı ve şu şiiri okudu: 'İyi bilin ki dünya inşa ettiğin bir gölge gibidir ve muhakkak birgün gölgen yok olacaktır".
Yine şöyle denilmiştir: 'Dünyası en büyük hedefi olan kişi ke-sinlikle o dünyanın aldatma ipine sarılmıştır!'

Dünyanın başka bir misali; hayalleriyle aldatmak, elden çıktıktan sonra iflas etmek hususunda uyku âleminin hayal ve karışık rüyalarına benzer. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Dünya, rüyalardır. Onun ehli ondan dolayı ceza görüp azap çekerler.40

Yunus b. Ubeyd şöyle demiştir: 'Ben nefsimi dünyada uyuyan bir kişiye bezettim. Bu kişi rüyasında hoşuna giden ve gitmeyen durumları görür. Bu durumda iken birden uyanır. İşte insanlar da böyle uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar. O anda yas-landıklarından ve sevdiklerinden hiçbir şey ellerinde kalmaz!'

Bir hakîme şöyle denildi: 'Dünyaya en fazla benzeyen şey nedir?' Cevap olarak şöyle dedi: 'Uykuda görülen rüyalardır'.
Ehline düşmanlığı ve yavrularını helâk etmesi bakımından dünyanın başka bir misâli: Dünyanın tabiatı, kandırmak için önce yumuşaklık ve lûtuf göstermektir. Sonunda âheste âheste helâk eder. Dünya, müşterisine süslenen bir kadın gibidir. Onlarla evlendiği zaman onları keser!

Hz. İsa'ya, keşif âleminde dünya gösterildi. Dünyayı ihtiyar, beli kambur ve sırtında her süsten birşeyler bulunan bir kadın sûretinde gördü. Dünyaya şöyle sordu:

-Kaç defa evlendin?

-Sayamam!

-Kocalarının hepsi ölüp mü seni bıraktılar, yoksa hepsi seni boşadılar mı?

-Aksine hepsini ben öldürdüm!

-Kalan kocalara yazıklar olsun! Senin geçmiş kocalarından nasıl ibret almıyorlar? Sen onları, birbirinin ardından helâk ediyorsun, hâlâ senden sakınıp uzaklaşmıyorlar!
İçi dışına benzememek bakımından dünyanın başka bir misâli: Dünyanın dışı süslü, içi çirkindir. O, süslenmiş bir acuze kadın gibidir. Halkı, görünür taraflarıyla aldatır. Halk onun içine vâkıf olduğu zaman, onun yüzünden peçeyi kaldırdıkları zaman onun çirkinlikleri onların gözleri önüne serilir. Dış görünüş ile aldatıldıklarından ve akılsızlıklarından utanırlar!

Ulâ b. Ziyad41 şöyle demiştir: 'Rüyamda yaşlı bir acûze gördüm. Derisi buruşmuştu. Fakat dünyanın bütün süsleri sırtındaydı. Halk çepeçevre etrafını sarmış, hayran hayran kendisini temaşa ediyordu. Gelip baktım, onların onu seyretmelerine hayret ettim. Ona şöyle dedim:

-Azap olasıca! Sen kimsin?

-Sen beni tanımıyor musun?

-Hayır! Senin kim olduğunu bilmiyorum!

-Ben dünyayım.

-Senin şerrinden Allah'a sığınıyorum.

- Eğer benim şerrimden korunmayı istiyorsan paradan nefret et!

Ebubekir b. Iyaş42 şöyle demiştir: 'Dünyayı rüya aleminde, yüzü çirkin, beli kambur bir ihtiyar kadın olarak gördüm. Elini çırpıyordu, halk arkasına takılmıştı, el çırpmakta ve hora tepmekte idiler. Benim hizama geldiği zaman bana yöneldi ve şöyle dedi: 'Eğer seni elde etseydim, şunların başına getirdiğimi senin de başına getirecektim'. Sonra Ebubekir hüngür hüngür ağlayarak şöyle dedi: 'Bağdad'a gelmeden önce bu rüyayı görmüştüm!'

Fudayl b. İyaz İbn Abbas'tan şöyle naklediyor: 'Kıyamet gününde dünya beli kambur, gözü mavi, ön dişleri dışarda, şekli çirkin bir ihtiyar kadın sûretinde getirilir ve halka denilir ki: 'Siz bunu tanıyor musunuz?' Onlar 'Biz bununla tanışmaktan Allah'a sığınıyoruz!' derler. Denilir ki: 'Bu, o dünyadır ki siz onun için dövüştünüz, aranızdaki sıla-yı rahmi kestiniz, ondan dolayı birbirinizden nefret ettiniz. Birbirinizi kandırdınız, mağrur oldunuz!' Sonra dünya cehenneme atılırken şöyle bağırır: 'Ey rabbim! Benim yardımcılarım ve dostlarım nerede?' Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: Dünyanın dost ve yardımcılarını dünyaya ilhak ediniz!'

Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Dinlediğime göre, bir kişi ruhen Allah'ın huzuruna gitmek üzereyken bakar ki yolun kenarında sırtında her türlü süs eşyası ve elbiseler olan bir kadın duruyor, yanından geçen herkesi oyalıyor. O arkasını çevirdiğinde insanların gördüklerinin en güzeli oluyor. O yöneldiğinde insanların gördüğü şeyin en çirkini oluyor. Beli kambur bir acuze!... Gözü gök renkli ve miyop... Ben şöyle dedim:

-Senin şerrinden Allah'a sığınıyorum!

-Hayır! Allah'a yemin ederim, sen paradan nefret etmedikçe Allah seni benim şerrimden korumaz.

-Sen kimsin?

-Ben dünyayım!

İnsanoğlunun dünyadan geçişi ve dünya için başka bir misalî: Haller üçe ayrılır: Bir hal var ki, sen onda hiçbir şey değildin... O hal, senin varlığından önce ezele kadar olan haldir. Bir hal var ki onda dünyayı müşahede etmiyordun. O da ölümünden sonra ebede kadar olan haldir. Üçüncü bir hal var ki ebed ile ezel arasındadır. O da senin dünyadaki hayatının günleridir. Bu bakımdan onun uzunluk miktarını düşün ve onu ezel ve ebed taraflarına nisbet et ki, dünyanın uzun seferde kısa bir menzilden de kısa olduğunu anlayasın.

Bunun için Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Benimle dünyanın arasında (ne alâka) var! Benim ve dünyanın misâli, bir yaz gününde seyreden bir binicinin misâli gibidir. O biniciye bir ağaç görünür. O ağacın gölgesinde bir an uyur. Sonra onu terkederek yoluna devam eder.43

Kim dünyayı bu gözle görürse, o kimse dünyaya meyletmez. Dünyanın günleri zararda mı, darlıkta mı, genişlik ve refahta mı geçmiştir umursamaz. Hatta böyle bir kimse dünyada bir kerpiçin üzerine bir kerpiç koymaz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) kerpiç üzerine kerpiç koymadan, kamış üzerine kamış koymadan dünyadan göçüp gitti. Bazı ashabın kireçten ev yaptığını gördüğünde 'İşin bundan daha acele olduğunu görüyorum!'44 buyurdu ve onların yaptığını beğenmedi. Buna Hz. İsa da işaret ederek şöyle demiştir: 'Dünya köprüdür. Onun üzerinden geçiniz, fakat üzerinde ev yapıp tamir etmeyiniz!'

Bu açık bir misaldir. Zira dünya hayatı, ahirete ulaştıran bir köprüdür. Beşik, köprünün başına konulan mil, mezar köprünün öbür başına konulan mil... İki mil arasında sınırlı bir mesafe vardır. İnsanların bir kısmı köprünün yarısına, bir kısmı üçte birine, bir kısmı üçte ikisine, bir kısmı da sonuna geldiği halde hâlâ da gâfildir. Durum ne olursa olsun mutlaka geçmek mecburiyetindedir. Geçerken köprünün üzerinde ev inşa etmek, çeşitli süs ve
ziynetler takmak, cehalet ve muhrumiyetin tipik bir misali ve en son zirvesidir.
Varışının yumuşaklığı, çıkışının sertliği hususunda dünyanın başka bir misalî: Dünyanın başlangıcı kolay ve yumuşak görünür. Dünyaya dalan zanneder ki onun sonu da başlangıcı gibidir. Oysa heyhat, nerede! Zira dünyaya dalmak kolay, selâmetle ondan çıkmak pek çetindir. Hz. Ali, Selman-ı Fârisi'ye dünyanın misalini yazarak şöyle demiştir:

Dünyanın misali yılanın misali gibidir. Dokunduğunda yumuşak, fakat zehiri öldürücüdür. Bu bakımdan dünyada hoşuna giden şeyden yüz çevir. Çünkü dünyada seninle arkadaşlık yapan pek azdır. Dünyayı gam ve tasalarından kurtulacağını bildiğinle bertaraf et! En fazla sevindiğin zaman, dünyadan daha fazla sakın! Zira dünyanın arkadaşı ne zaman dünyadan sevindirici bir şeye gönül bağlarsa, mutlaka dünyanın nahoş bir hâdisesi gelip onu ondan alır. Vesselâm!45

Dünyaya daldıktan sonra mesuliyet ve yorgunluğundan kurtuluşun zor ve imkânsız olduğuna dair başka bir misâl:

Dünyaya dalanın misâli, suda yürüyen bir kimsenin misâli gibidir. Acaba su içinde yürüyen bir kimsenin ayaklarının ıslanmamasına imkân var mı?46

İşte Hz. Peygamber'in bu hadîs-i şerîfi sana, bedenleriyle dünya nimetlerine dalıp, kalpleri dünyadan tertemiz ve içlerinin dünyanın hilelerinden uzak olduğunu sananların cehaletini bildirmektedir! Onların bu zannı, şeytanın bir hilesidir. Eğer onlar, içinde bulundukları durumdan çıkartılırlarsa, onun ayrılığından dolayı en büyük fecâata uğramış kimseler olacaktır. Nasıl suda yürümek, mutlaka ayağın ıslanmasını gerektiriyorsa, tıpkı bunun gibi dünya ile haşırneşir olmak da kalbin dünya ile ilgilenmesini ve kararmasını gerektirir. Kalbin dünya ile beraber olan ilgisi, ibadetin halâvetini meneder!

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir:

Ben haklı ve ciddi olarak sizlere diyorum ki, nasıl hasta bir kimse yemeğe bakıp acının şiddetinden yemekten lezzet alamıyorsa, öylece dünyaya dalan da ibadetten lezzet alamaz. Kalbinde bulunan dünya sevgisiyle beraber ibadetin lezzetini duyamaz. Ciddi olarak size derim ki, hayvan binilmediği ve uysallaştırılmadığı takdirde serkeş olur ve huyu bozulur. Böylece kalpler de ölümün zikriyle arkadaş ol-madıkları, ibadetin yorgunluğunu çekmedikleri zaman katılaşıp kabalaşılırlar. Ciddi olarak size derim! Tulum delinmedikçe veya çürümedikçe bal kabı olması yakın bir ihtimaldir. Kalpler de böyle... Şehvetler onları delmedikçe, tamahkârlık onları kirletmedikçe veya nimetler onları katılaştırmadıkça, onlar hikmetin kabları olurlar.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Dünyadan ancak bela ve fitne kalmıştır. Amelinizin misâli, bir kabın durumuna benzer. Onun üstü tatlı oldu mu altı da tatlı olur. Üstü çirkinleşti mi altı da çirkinleşip bozulur.47

Şu dünyanın misâli, başından sonuna kadar çürümüş bir elbisenin durumu gibidir. O elbise, sonunda bulunan bir ip ile bağlı kalmıştır. O ipin kopması da pek yakındır!48
Dünya ilgilerinin birinin diğerine, insanı helâk edinceye kadar sürüklemesine başka bir misal: Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Dünya talibinin misali, deniz suyunu içenin misali gibidir. İçmesi arttıkça susaması artar. Bu durum, ölünceye kadar devam eder'.

Dünyanın sonunun başlangıcına muhalefet etmesine, başlangıcının parlaklığına ve sonunun habasetine başka bir misal: Dünyanın şehvetleri lezzetlidir. Tıpkı yemeklerin midedeki lezzeti gibi... Kul, ölüm çağında dünyanın şehvetlerinin çirkinliğini, pis koktuğunu ve kerahetini, midede son şeklini alan yemeklerden hissettiği pis koku gibi hissedecektir.. Nasıl ki yemek, lezzetli, yağı fazla ve halâveti daha belirgin oldukça ondan vücuda gelen pislik daha çirkin ve daha pis kokarsa, kalpteki şehvet daha lezzetli ve daha kuvvetlidir, onun kokusu, kerihliği, ölüm çağında ondan görülen eziyet daha şiddetlidir. Hatta bu dünyada görülmektedir. Zira evi yağma edilen, malı, aile efradı ve çocuğu alınan bir kimsenin musibeti, elemi ve fecaati, kaybettiği şey hakkında o şeyden aldığı lezzet, ona karşı duyduğu sevgi ve onun için gösterdiği has-sasiyet oranındadır. Bu bakımdan varlık anında kişinin yanında olan şey daha lezzetlidir. O lezzet yokluk anında daha zahmet verici, daha acıdır. Zira ölümün mânâsı dünyadakilerin kaybedilme-sinden başka bir şey değildir.

Hz. Peygamber, (s.a) Dahhâk b. Süfyan'a49 şöyle der:

-Yemeğin tuzlanıp tere otu ile ıslah edilip sana getirildiğinde onun üzerine süt ile su içmiyor musun?

-Evet!

-Acaba o nasıl olur?

-Malûmunuz olan durum meydana gelir!

-Allah (c.c) dünya için darb-ı mesel olarak âdemoğlunun yemeğinin son şeklini örnek vermiş bulunuyor!50

Dünya darb-ı mesel olarak ademoğluna beyan edilmiştir. Ademoğlundan çıkana dikkat et! Her ne kadar onu otlamış ve tuzlamış ise de ne olduğunu düşün!51

Allah Teâlâ dünyayı ademoğlunun yemeğine, ademoğlunun yemeğini de dünyaya misal olarak gösterdi. Her ne kadar onu sebze ve tuzla ıslah etmiş olsa da...

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Onları gördüm. Onu (dünyayı) baharat ve kokularla lezzetli hâle getiriyorlar. Sonra gördüğünüz gibi en pis şey olarak dışarı atıyorlar'.
İbn Abbas 'Bir de o insan (yediği) yemeğine baksın!' ayetinin tefsirinde 'Kendisinden çıkan pisliği düşünsün' demiştir.

Bir kişi İbn Ömer'e 'Sana bir sual sormak istiyorum, fakat utanıyorum' dedi. İbn Ömer dedi ki:
-Utanma! Söyle!

-Herhangi birimiz def-i hâcet ettiği zaman kalkıp pisliğine bakabilir mi?

-Evet bakmalı, çünkü melek kendisine der ki: 'İşte cimrilik yapıp da vermediğine bak ne hale gelmiş'.

Bişr b. Ka'b şöyle demiştir: 'Gelin size dünyayı göstereyim'. Böylece arkadaşlarını mezbeleliğe götürür ve şöyle der: 'İşte dünyanın meyvelerine, tavuklarına, balına ve yağına bakınız! '

Dünyanın ahirete nisbeti hakkında başka bir misal de şöyledir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ahirette dünya ancak birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Bu bakımdan sizden biriniz dikkat etsin! Parmağıyla neyi geri getirir!52

Dünya ve dünya ehlinin, dünyanın nimetleriyle meşgul oldukları ve ahiretten gâfil kaldıkları ve bundan dolayı da büyük hüsrana uğradıkları hakkında başka bir misal: Dünya ehlinin gâfil oldukları cihetle, misâlleri, bir gemiye binen bir kavmin misâli gibidir. Gemi onları bir adaya çıkarır... Kaptan onlara ihtiyaçlarını görmek üzere izin verir. Fakat geri kalmaktan kendilerini sakındırır. Geminin acele gideceğiyle kendilerini korkutur. Onlar da adanın etrafına dağılırlar. Bir kısmı ihtiyacını görüp hemen geriye döner. Her yer boş olduğu için istediği yere yerleşir. En yumuşak ve maksadına en uygun yerleri elde eder. Bazıları da adada kalır. Adanın ışıklarına, rengarenk çiçeklerine, gür ormanlarına, kuşlarının güzel ötüşlerine, ahenkli seslerine bakar! Onun toprağını, taşlarını, renkli ve güzel manzaralı, acaib nakışlı madenlerini ve bakanların gözünü kamaştırıcı zebercetlerin garip şekillerini seyreder. Sonra geminin gitme tehlikesini düşünerek kendine gelir, gemiye döner. Ancak dar zahmetli bir mekan elde eder ve oraya yerleşir.

Bazıları da mücevherlere, taşlara yönelir. Onların güzellikleri kendisini sarhoş eder. Nefsi onları bırakmaya bir türlü razı olmaz. Onlardan bir miktarı beraberinde getirir. Ancak gemide yerini daraltır, kendisine ağırlık ve yük olur. O taşları edindiği için pişman olur. Onları atmaya da kıyamaz. Bırakmak için bir yer de bulamaz. Geminin içinde onları omuzunda taşımaya mecbur olur. Aldığından pişman... Ama pişmanlık fayda vermez.

Bazıları da ormanlara dalar, gemiyi unuturlar ve oldukça uzaklaşırlar. Öyle ki o meyvelerin yenmesiyle, o güllerin koklanmasıyla, o ağaçlar arasında gezmekle meşgul olduğundan dolayı kaptanın çağrısını duymaz. Bununla beraber yırtıcı hayvanlardan korkar. Düşüşlerden ve felâketlerden de emin değildir. Elbisesine takılan çalılar, bedenini yaralayan dallar, ayağına batan dikenlerden de kurtulamaz. Dehşetli bir ses gelir, ondan yüreği hoplar. Bir çalı elbisesine takılıp yırtar, avret mahallini dışarıda bırakır, istese de geri dönmesine imkân kalmaz.

Gemidekilerin sesi kendisine geldiği zaman beraberindekilerle ağır ağır döner. Fakat gemide bir yer bulamaz. Açlıktan ölünceye kadar denizin kenarında kalır. Bazılarına da ses gelmez. Gemi kalkar. Bazılarını yırtıcı hayvanlar parçalar. Bazıları yolunu şaşırıp ölünceye kadar şaşkın şaşkın gezer. Bazıları çamurlara saplanır. Bazılarına yılanlar saldırıp sokar (ve öldürür). Çürümüş leş gibi darmadağın olurlar. Gemiye almış olduğu çiçek ve taşlarla ve onların ağırlığıyla gelen ise, bunların kulu kölesi olur. Onları korumanın üzüntüsü kendisini meşgul eden... Onların kaybolmasından korkan.... Yeri daralmış.... Az bir zaman sonra o çiçekler solmaya başlar. O renkler, o taşlar bozulmaya yüz tutar. Onların pis kokuları yayılmaya başlarlar. Yerini daraltmakla beraber pis kokularıyla, ona eziyet vermeye başladılar. Denize atıp kurtulmaktan başka bir çare bulamaz. Yediği yabani meyveler kendisinde kötü etkiler yapar. Vatanına o kokulardan çeşitli hastalıklara maruz kaldıktan sonra varabilir! Kim geç dönmüşse güzel ve geniş yer bulamaz. Geç gelen geniş yer bulamasa bile bir müddet yerin darlığı ile sıkıntı çeker. Fakat vatanına vardığı zaman rahat eder. Daha önce dönen ise, on geniş yeri bulur, vatanına sağ ve sâlim varır.

İşte bu, dünya ehlinin geçici lezzetlerle meşgul olup varacakları yeri unutup işlerinin akibetinden gaflet etmelerinin misalidir. Ben akıllı bir kimseyim deyip yerin taşları olan altın ve gümüşe aldanan, dünyanın süsü olan bitkilere kanan bir kimsenin hareketi ne çirkindir. Oysa bunlardan hiçbir şey ölüm çağında kendisine arkadaşlık etmeyecektir. Aksine yorgun ve vebal altında gidecektir. Oysa bunlar kendisini hali hazırda da üzmekte elinden kaçacak diye meşgul etmektedirler. Bütün halkın hali budur. Ancak Allah'ın koruduğu müstesna.

Halkın dünya ile mağrur olması ve imanlarının zafiyeti için başka bir misal: Hasan Basrî (r.a) şöyle demiştir: "Kulağıma geldiğine göre Hz. Peygamber ashabına şöyle demiştir: 'Benim, sizin ve dünyanın misâli, bir kavmin misâli gibidir ki bu kavim tozlu topraklı bir sahraya yolcu olarak çıkıyorlar. Yürüdükleri yolun mu daha fazla, yoksa kalan kısmın mı daha fazla olduğunu bilmedikleri bir durumda azıkları bitiyor. Hayvanları helâk oluyor. Çölün ortasında kalıyorlar. Ne azık var, ne binek... Kesinlikle yok olacaklarına kanaat getiriyorlar. Onlar bu durumda iken süslü bir elbiseye bürünmüş, başı yağlanmış birisi ansızın çıkıp yanlarına geliyor. Kendi aralarında diliyorlar ki: 'Bu adam sulu, meskûn bir yerden pek yakın bir zamanda ayrılmış ve yakın bir yerden geliyor olsun'. O adam onlara vardığı zaman şöyle dedi:

- Ey cemaat!

-Buyur! Ne diyorsun?

-Siz ne durumdasınız?

-Senin gördüğün durum üzerindeyiz!

-Acaba susuzluğunuzu kana kana gideren bir suya, yemyeşil bir bahçeye sizi iletirsem ne yaparsınız?

-Hiçbir şeyde sana muhalefet etmeyiz?

-Haydi, Allah ile sözlerinizi ve va'dlerinizi teyid ediniz! Onlar hiçbir hususta kendisine karşı gelmemek üzere ona Allah ile söz verdiler.
Kişi onları, susuzluklarını kana kana gideren suya, yemyeşil bir bahçeye götürdü. Orada Allah'ın dilediği zamana kadar kaldı, sonra şöyle dedi:

-Ey millet!

-Buyur!

-Göç vardır!

-Nereye?

-Sizin suyunuza benzemeyen daha güzel olan bir suya, bahçenize benzemeyen daha üstün bir bahçeye...

-Allah'a yemin olsun, biz bunu artık hiç elde edemeyeceğimiz zannına kapıldığımız bir anda elde ettik. Bundan daha hayırlı olan bir hayatı biz ne yapalım!
Onlardan bir grup da- ki az bir gruptu- şöyle dediler:

-Siz bu kişiye, hiçbir şeyde kendisine isyan etmeyeceğinize dair
sözler ve Allah ile yeminler vermediniz mi? Bu kişi ilk konuşmasında sizinle doğru konuştu. Allah'a yemin ederim, sonunda da sizinle doğru konuşuyor!

Adam bu konuşmadan sonra kendisine tâbi olanlarla beraber gitti. Diğerleri geri kaldılar. Onlara bir düşman baskın yaptı. Sabahleyin kimi esir, kimi ölü olarak sabahladı!"
Halkın dünya ile nimetlenişine, sonra dünyanın ayrılışına üzüldüklerine başka bir misal: İnsanların kendilerine verilen dünya hakkındaki durumları, bir evi hazırlayıp süsleten ve insanları tertip üzere evine davet eden bir kimsenin durumu gibidir. Biri onun evine girer ve girene, üzerinde buhur ve reyhanlar bulunan bir altın tabak ikram eder ki onu koklasın ve geriden gelenlere bıraksın. Onu alıp mülk edinsin ve götürsün diye takdim etmez. O kişi de bunu bilmediği için, ev sahibinin onu kendisine hediye ettiğini zanneder. Evden çıkınca bundan dolayı sıkılır, acı çeker. Fakat ev sahibinin âdetini bilen bir kimse ise, o tabaktan faydalanır ve sahibine teşekkür eder, onu kalp rahatlığıyla, göğsünün inşirahıyla sahibine geri verir. İşte dünya hakkındaki Allah'ın kanununu bilen bir kimse bilir ki dünya ziyafet evidir. İkamet sa-hiplerine değil, yolculara sebil edilmiştir ki yolcular ondan azıklansınlar. Nasıl ki misafirler yol kenarındaki vakıflardan yararlanıyorlarsa, onun içindekinden de yararlansınlar. Ona kalplerini bağlamazlar ki ondan ayrıldıkları zaman üzülmesinler.

İşte bunlar dünyanın, âfet ve gâilelerinin misalleridir. Biz lâtif ve habir olan Allah'tan hüsn-ü tevfikini, kerem ve hilminin yardımıyla talep ederiz!

________________________
39)Çoğu nüshada böyle yazılıdır. Bazı nüshalarda da Muhammed b. Hüseyin yazılıdır. Muhammed b. Hasan isminde çok kimse vardır. Müellifin hangi-sini kastettiği belli değildir.
40)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
41)Basralı olan bu zat güvenilir âbidlerdendir.
42)Kûfeli olan bu zat, Kurrâ'dandır.
43)Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim
44)Ebu Dâvud, Tirmizî, (Abdullah b. Amr'dan hasen ve sahih bir senedle)
45)Şerif er-Radî Nehc'ul-Belâğa'da. şöyle der: 'Hz. Ali, bu mektubu halife
olmadan önce yazmıştır'.
46)İbn Ebî Dünya, Beyhâkî
47)İbn Mâce
48)İbn Hibban, Ebu Nuaym, Beyhâkî
49)Hz. Peygamber'in zekât toplayan memurlarındandır.
50)İmam Ahmed, Taberânî
51)Taberânî, İbn Hibban
52)Müslim