5-Kırad
Kırad akdinde müslüman üç rükne riayet etmelidir:
1.Birinci rükün sermayedir. Sermayenin nakid olması, malûm bulunması ve çalışana teslim edilmesi şarttır. Bu bakımdan
fulüsler üzerinde veya ticaret malı üzerinde kırad muamelesi caiz
değildir. Zira sermaye pul veya ticaret malı oldu mu, çalışan için
ticarî saha oldukça daralır. Dirhemlerden bir kese üzerinde kırad
caiz değildir. Zira bir kese dirhemden kârın miktarını tâyin etmeye
imkân yoktur. Eğer sermayedar paranın kendisinin elinde bulunmasını şart koşarsa caiz değildir. Çünkü parayı çalışana vermemek onun önündeki ticaret yolunu daraltmak demektir.
2.İkinci rükün kârdır. Kârın nisbeti malûm olmalıdır. Meselâ,çalışana kârın üçte birini veya yarısını veya çalışanın istediği miktarı alabileceğini şart koşmalıdır. Eğer sermaye sahibi çalışana
'Al bu parayı çalıştır. Kârdan yüz lirası senin, gerisi benimdir'
dese, bu caiz değildir. Zira çok zaman, kâr yüz liradan fazla olmaz.
Bu bakımdan belirli bir miktarın takdir edilmesi caiz değildir.
Belki şâyi bir miktar (üçte birisi gibi) takdir edilmelidir.
3. Üçüncü rükün çalışana düşen çalışmadır. Bu çalışmanın
şartı; tâyin etmek ve vakitlendirmek suretiyle çalışanın önünde
daraltılmış bir ticaretin olmamasıdır. Eğer kapital sahibi, verdiği
mal ile mera hayvanlarının satın alınmasını -ki onların neslinden
istifade edilsin ve ikisi onları aralarında taksim etsin diye- şart
koşarsa veya buğday almayı şart koşup -ki o buğday pişirilsin ve
ikisi ekmekleri satıp kârını aralarında taksim etsin şartını- ileri
sürerse, böyle bir muamele doğru olmaz. Zira kırad muamelesinde
ticaretin hepsine izin verilmiş demektir. Bu ise alışveriş demektir
ve bu alışverişin zarurî yönlerinin vâki olması demektir. Oysa yukarıda kapital sahibi tarafından ileri sürülen şekiller ise sanatlardır (ticaret değildir). Sanatlardan gayem; ekmek pişirmek ve
koyunları üretmek suretiyle sayısını artırmaktır. Eğer sermaye
sahibi, işleteni sıkıp ancak 'filân adamdan mal satın alabilirsin'
şartını ileri sürerse veya 'ancak kırmızı ipekli kumaşta ticaret
edebilirsin' derse veya ticaret kapısını daraltan herhangi bir şartı
ileri sürerse akid fâsid olur. Bütün bunlardan sonra ne zaman akid olmuş olursa, işleten kapital sahibinin vekilidir. Bu nedenle vekillerin tasarruf ettikleri gibi kârlı işlerde tasarruf edebilir. Ne zaman kapital sahibi kırad akdini feshetmek isterse, edebilir. Bu bakımdan kapital sahibi bütün malın işletenin elinde nakid olduğu bir durumda akdi feshettiği zaman, taksimatın ne şekilde yapılacağı hususu herkesin malûmudur. Eğer mal, işletenin elinde ticarî eşya olarak bulunuyorsa ve bir kâr da yoksa, bu eşyaları kapital sahibine olduğu gibi vermelidir. Kapital sahibi o eşyaları paraya tahvil etmeyi işletmeciye teklif edemez. Zira akid fesholunmuştur ve işletmeci de hiçbir şeyi iltizam etmiş değildir. Eğer işletmeci 'Ben satıp para alacağım' derse ve kapital sahibi de bu teklife razı değilse, bu takdirde para sahibinin sözüne bakılır. Fakat işletmeci, kâr verecek hazır bir müşteri bulmuşsa, o zaman söz işletmecinin olur. Ne zaman kâr varsa, işletmeciye sermaye miktarının kapital sahibinden geldiği cinsinden olmak suretiyle alışveriş yapıp temin etmesi gerekir. Başka bir nakid ile sermayeyi temin etmek gerekmez ki, fazla olanın kâr olduğu belli olsun ve ikisi o kârda ortak bulunsun. Sermayeden fazlasının satılması işletmeciye gerekmez. Ne zaman sene başı gelirse, bu muameleyi yapanlara malın kıymetini bilmek gerektir ki, zekâtını çıkarsınlar. Eğer birşey kâr görünürse, kıyasa en uygun olanı işletmecinin payına düşen zekâtın işletmeciye ait olmasıdır ve yine kıyasa en uygun olanı kârın görünmesiyle işletmecinin onu mülk edinmesi-dir.
Sermaye sahibinin izni olmaksızın işletmeci kırad malını yanına alıp sefere çıkamaz. Şayet izin almadan çıkar, tasarruflarda bulunursa, bu tasarrufları geçerlidir. Fakat böyle birşey yaptığı takdirde hem masrafların, hem de sermayenin kefili olmuş olur. Zira nakletmek suretiyle mal sahibinin hakkına tecavüz ettiği için, bu aynı zamanda menkulün sermayesine de sirayet eder. Eğer sermaye sahibinin izniyle sefere giderse caizdir. Naklin ve malın nakil ve muhafaza edilmesi için, verilen ücret kırad malından çıkarılır. Nitekim tartının, ölçünün ve hamalın ücretleri de sermaye üzerine yükletildiği gibi.... Eğer böyle şeyleri yapmayı, tüccarlar âdet edinmemişler ise,.. Elbiseleri açıp teşhir etmek, sonra toplamak ve tüccarların yapmasını âdet edindikleri az çalışmalar ise, bunların karşılığında mal sahibi herhangi bir ücret vermez. İşletmecinin memlekette oturduğu evin ücreti ve ken-disinin nafakası kendisine aittir. Fakat dükkânın ücreti sadece kırad malının ticareti için sefere çıkarsa, o vakit onun o seferdeki masrafı maldan çıkar. Seferden dönerken elinde bulunan ibrik, sofra bezi ve benzeri gibi sefer aletlerinin geri getirilmesi gerekir. (Veya satıp tekrar sermayeye katması gerekir. Daha sonra kâr ederlerse bu masraflar ortaklaşa olarak kârdan çıkar. Kâr etmedikleri takdirde, bu masraflar sermayeden zarar olarak düşürülür).
1.Birinci rükün sermayedir. Sermayenin nakid olması, malûm bulunması ve çalışana teslim edilmesi şarttır. Bu bakımdan
fulüsler üzerinde veya ticaret malı üzerinde kırad muamelesi caiz
değildir. Zira sermaye pul veya ticaret malı oldu mu, çalışan için
ticarî saha oldukça daralır. Dirhemlerden bir kese üzerinde kırad
caiz değildir. Zira bir kese dirhemden kârın miktarını tâyin etmeye
imkân yoktur. Eğer sermayedar paranın kendisinin elinde bulunmasını şart koşarsa caiz değildir. Çünkü parayı çalışana vermemek onun önündeki ticaret yolunu daraltmak demektir.
2.İkinci rükün kârdır. Kârın nisbeti malûm olmalıdır. Meselâ,çalışana kârın üçte birini veya yarısını veya çalışanın istediği miktarı alabileceğini şart koşmalıdır. Eğer sermaye sahibi çalışana
'Al bu parayı çalıştır. Kârdan yüz lirası senin, gerisi benimdir'
dese, bu caiz değildir. Zira çok zaman, kâr yüz liradan fazla olmaz.
Bu bakımdan belirli bir miktarın takdir edilmesi caiz değildir.
Belki şâyi bir miktar (üçte birisi gibi) takdir edilmelidir.
3. Üçüncü rükün çalışana düşen çalışmadır. Bu çalışmanın
şartı; tâyin etmek ve vakitlendirmek suretiyle çalışanın önünde
daraltılmış bir ticaretin olmamasıdır. Eğer kapital sahibi, verdiği
mal ile mera hayvanlarının satın alınmasını -ki onların neslinden
istifade edilsin ve ikisi onları aralarında taksim etsin diye- şart
koşarsa veya buğday almayı şart koşup -ki o buğday pişirilsin ve
ikisi ekmekleri satıp kârını aralarında taksim etsin şartını- ileri
sürerse, böyle bir muamele doğru olmaz. Zira kırad muamelesinde
ticaretin hepsine izin verilmiş demektir. Bu ise alışveriş demektir
ve bu alışverişin zarurî yönlerinin vâki olması demektir. Oysa yukarıda kapital sahibi tarafından ileri sürülen şekiller ise sanatlardır (ticaret değildir). Sanatlardan gayem; ekmek pişirmek ve
koyunları üretmek suretiyle sayısını artırmaktır. Eğer sermaye
sahibi, işleteni sıkıp ancak 'filân adamdan mal satın alabilirsin'
şartını ileri sürerse veya 'ancak kırmızı ipekli kumaşta ticaret
edebilirsin' derse veya ticaret kapısını daraltan herhangi bir şartı
ileri sürerse akid fâsid olur. Bütün bunlardan sonra ne zaman akid olmuş olursa, işleten kapital sahibinin vekilidir. Bu nedenle vekillerin tasarruf ettikleri gibi kârlı işlerde tasarruf edebilir. Ne zaman kapital sahibi kırad akdini feshetmek isterse, edebilir. Bu bakımdan kapital sahibi bütün malın işletenin elinde nakid olduğu bir durumda akdi feshettiği zaman, taksimatın ne şekilde yapılacağı hususu herkesin malûmudur. Eğer mal, işletenin elinde ticarî eşya olarak bulunuyorsa ve bir kâr da yoksa, bu eşyaları kapital sahibine olduğu gibi vermelidir. Kapital sahibi o eşyaları paraya tahvil etmeyi işletmeciye teklif edemez. Zira akid fesholunmuştur ve işletmeci de hiçbir şeyi iltizam etmiş değildir. Eğer işletmeci 'Ben satıp para alacağım' derse ve kapital sahibi de bu teklife razı değilse, bu takdirde para sahibinin sözüne bakılır. Fakat işletmeci, kâr verecek hazır bir müşteri bulmuşsa, o zaman söz işletmecinin olur. Ne zaman kâr varsa, işletmeciye sermaye miktarının kapital sahibinden geldiği cinsinden olmak suretiyle alışveriş yapıp temin etmesi gerekir. Başka bir nakid ile sermayeyi temin etmek gerekmez ki, fazla olanın kâr olduğu belli olsun ve ikisi o kârda ortak bulunsun. Sermayeden fazlasının satılması işletmeciye gerekmez. Ne zaman sene başı gelirse, bu muameleyi yapanlara malın kıymetini bilmek gerektir ki, zekâtını çıkarsınlar. Eğer birşey kâr görünürse, kıyasa en uygun olanı işletmecinin payına düşen zekâtın işletmeciye ait olmasıdır ve yine kıyasa en uygun olanı kârın görünmesiyle işletmecinin onu mülk edinmesi-dir.
Sermaye sahibinin izni olmaksızın işletmeci kırad malını yanına alıp sefere çıkamaz. Şayet izin almadan çıkar, tasarruflarda bulunursa, bu tasarrufları geçerlidir. Fakat böyle birşey yaptığı takdirde hem masrafların, hem de sermayenin kefili olmuş olur. Zira nakletmek suretiyle mal sahibinin hakkına tecavüz ettiği için, bu aynı zamanda menkulün sermayesine de sirayet eder. Eğer sermaye sahibinin izniyle sefere giderse caizdir. Naklin ve malın nakil ve muhafaza edilmesi için, verilen ücret kırad malından çıkarılır. Nitekim tartının, ölçünün ve hamalın ücretleri de sermaye üzerine yükletildiği gibi.... Eğer böyle şeyleri yapmayı, tüccarlar âdet edinmemişler ise,.. Elbiseleri açıp teşhir etmek, sonra toplamak ve tüccarların yapmasını âdet edindikleri az çalışmalar ise, bunların karşılığında mal sahibi herhangi bir ücret vermez. İşletmecinin memlekette oturduğu evin ücreti ve ken-disinin nafakası kendisine aittir. Fakat dükkânın ücreti sadece kırad malının ticareti için sefere çıkarsa, o vakit onun o seferdeki masrafı maldan çıkar. Seferden dönerken elinde bulunan ibrik, sofra bezi ve benzeri gibi sefer aletlerinin geri getirilmesi gerekir. (Veya satıp tekrar sermayeye katması gerekir. Daha sonra kâr ederlerse bu masraflar ortaklaşa olarak kârdan çıkar. Kâr etmedikleri takdirde, bu masraflar sermayeden zarar olarak düşürülür).