Açlığın Fazileti, Tokluğun Zemmi
Hadîsler
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Nefislerinize karşı açlık ve susuzluk (silahlarıy)la mücahede ediniz, çünkü buradaki sevap, Allah yolunda mücahede eden kimsenin sevabı gibidir. Allah Teâlâ nezdinde açlık ve susuzluktan daha sevimli bir amel yoktur.
İbn Abbas Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakleder:
Karnını tıkabasa dolduran kimse gökler âlemine giremez!1
Hz. Peygamber'e insanların hangisinin daha faziletli olduğu sorulduğunda, şöyle buyurmuştur:
Yemesi ve gülmesi az olup avret mahallini örten bir elbiseyle yetinerek lükse ve sükseye kaçmayan kimse (insanların en faziletlisidir).2
Amellerin efendisi (en hayırlısı) açlıktır. Nefsin zilleti ise yün elbiseler giymektir.3
Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber'den şu hadîsi rivayet eder:
Giyiniz, yeyip içiniz, fakat karınlarınızı yarısına kadar (doldurunuz); çünkü bu, peygamberliğin bir parçasıdır.4
Hasan Basrî Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Düşünce, ibâdetin yarısıdır; az yemekse ta kendisidir.5
Yine Hasan Basrî, Hz. Peygamber!in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kıyâmet günü Allah Teâlâ nezdinde derece bakımından en üstününüz, en fazla aç kalanınız ve Allah'ın sıfatları hakkında en fazla düşüneninizdir. Allah nezdinde en sevilmeyeniniz ise çok uyuyan ve çok yeyip içeninizdir!6
Hz. Peygamber, kendi arzusuyla ve zaruret olmaksızın aç kalır, açlığı tokluğa tercih ederdi.7 Nitekim kendileri şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, meleklere karşı dünyada az yeyip içen kimselerle iftihar ederek şöyle buyurur: 'Ey melekler! Kuluma bakınız! Ben onu dünyada yemeye ve içmeye müptelâ kılmışım; o ise sabretmiş ve onları terketmiştir. Ey melekler! Şâhid olun ki (benim için) terkettiği her yiyeceğin yerine kuluma cennette birçok dereceler vereceğim'.8
Kalpleri, çok yeyip içmekle öldürmeyiniz; çünkü kalp, ekin gibidir. Ekinler çok sulandıklarında ölür!9
Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmuş değildir! Ademoğluna, belini doğrultmasını sağlayacak birkaç lokma yeter. Eğer mutlaka yemek istiyorsa karnının üçte birini yemek, üçte birini su ve üçte birini de nefes alıp verme için ayırsın.10
Usâme b. Zeyd ile Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği uzun bir hadîste açlığın fazileti şöyle zikredilmiştir:
Kıyâmet gününde insanların Allah'a en yakın olanları, dünyada O'nun için uzun süre aç, susuz ve mahzun kalmış olan kimselerdir. Bunlar, şöhretsiz muttakîlerdir ki bir yerde bulunduklarında tanınmazlar, yokluklarında ise aranmazlar. Onları ancak yeryüzünün bölgeleri tanır. Göklerin melekleri onların etrafını çepeçevre kuşatır. Halk dünyadan, onlar ise Allah'a ibâdet ve tâattan zevk alırlar... Halk, altlarına yumuşacık döşekler sererken, onlar alınlarını ve dizlerini sermiştir... Halk, peygamberlerin fiil ve ahlâkını zayi etmiştir, onlar ise korumaktadırlar. Yer küresi onlardan birini kaybettiği zaman ağlar. Cebbâr olan Allah Teâlâ, içerisinde bu kullarından bulunmayan memlekete gazap eder. Onlar köpeklerin leşlere daldığı gibi dünyaya dalmazlar; az yerler ve yamalı elbiseler giyerler. Üst ve başları toz toprak içerisindedir. İnsanlar onları gördüklerinde hasta zannederler; oysa onlarda hastalık yoktur. Onlar için, akıllarını kaybetmiş deniliyor; oysa onlar akıllarını kaybetmiş değildir. Fakat kalpleriyle kendilerini dünyadan uzaklaştıran ilâhî emre baktıklarından dünya ehline göre akılsız gezerler. Oysa halkın aklı başlarından gittiği zaman, onların akılları başlarında olacaktır. Âhirette şeref onlara aittir. Ey Usâme! Kendilerini herhangi bir memlekette gördüğün zaman bil ki, onlar o memleketin ahalisi için emniyet sübabıdırlar. Allah Teâlâ, onların içinde bulunduğu bir kavme azap etmez. Yer küresi, onlarla sevinmekte,
Cebbâr olan Allah onlardan razı olmaktadır... Bu bakımdan sen onları kendine arkadaş edin! Umulur ki onların yüzü suyu hürmetine kurtulmuş olasın. Elinden geldiğince karnın aç ve ciğerin susuz olduğu halde ölmeye çalış; çünkü bu şekilde konak ve derecelerin en şereflisini elde eder, pey-gamberlerle birlikte olursun ve ruhunun gelişiyle melekler sevinir, Cebbâr olan Allah da sana rahmet deryâlarını coşturur.11
Hasan Basrî'nin Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yün elbise giyiniz; fakat bol olmasın! Yediğiniz zaman da midenizin yarısını dolduracak kadar yeyin. (Böyle yaptığınız takdirde) gökler âlemine dahil olursunuz.12
Hz. İsa havârilerine şöyle demiştir:
Ey havâriler! Nefislerinizi aç, bedenlerinizi (lüks ve süslü elbiseler giymemek sûretiyle) çıplak bırakınız ki kalpleriniz Allah'ı (O'nun cemâlini) müşâhede edebilsin!
Bu söz, aynı zamanda bizim peygamberimizden de (Tâvus kanalıyla) rivayet edilmektedir.
Tevrat'ta şöyle bir ifadenin yazılı olduğu söylenir: Allah Teâlâ şişman âlime buğzeder.
Çünkü şişmanlık, gaflete ve çok yemeye delâlet eder; bunlar ise çirkin şeylerdir. Hele âlim için daha da çirkin olur. Nitekim İbn Mes'ud şöyle demiştir: Allah Teâlâ şişman kurra'ya (Kur'an okuyucusuna) buğzeder.
Mürsel bir hadîste Hz. Peygamber'den şöyle vârid olmuştur:
Şeytan, Ademoğlunun kanının dolaştığı yerlerde dolaşır. Bu bakımdan siz şeytanın dolaşma yollarını, açlık ve susuzlukla daraltınız.
Tok karnına yemek, beras (alacalık) denilen deri hastalığına yol açar.
Mü'min bir mideyle, münâfık ise yedi mideyle yer!13
Yani münafık, mü'minin yedi mislini yer veya şehveti, mü'minin şehvetinden yedi kat fazla olur. Bu bakımdan hadîsteki, mide mânâsına gelen mia kelimesi, şehvetten kinâyedir; çünkü yemeği kabul eden mide olduğu gibi, yemeğe yakışan da şehvettir. Yoksa hadîsin mânâsı münâfığın midesinin sayısı mü'mininkinden fazladır demek değildir.
Hasan Basrî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
-Cennetin kapısını çalmaya devam ediniz! Bunu yaptığınız takdirde size açılacaktır.
-Cennetin kapısını ne ile çalalım?
-Açlık ve susuzlukla!14
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, huzurunda geğiren Ebu Cühayfe'ye15 şöyle buyurmuştur:
Az geğir; çünkü kıyâmet gününde en çok aç kalacak olanlar dünyada fazlasıyla doyanlardır.16
Hz. Âişe şöyle der: Hz. Peygamber, hiçbir zaman doyasıya yeyip de karnını doldurmadı! Aç olduğu bir gün kendisine karşı şefkat ve merhametimden ağladım ve mübarek karnını elimle sıvazlayarak şöyle dedim:
- Canım sana fedâ olsun! Dünyadan, seni kuvvetlendirecek ve açlığını giderecek kadarını alsaydın ne olurdu?
- Ey Âişe! Benim ulu'1-azm arkadaşlarım, bundan daha şiddetli durumlara sabrettiler ve kendi halleriyle geçip gittiler; rablerinin huzuruna vardılar. Rableri onlara ikramda bulundu, sevaplarını artırdı. Bu bakımdan -eğer geçimde lükse ve refaha kaçarsam- bu durumun yarın (âhirette) derecemi onlarınkinden küçük düşürmesinden utanırım. O halde birkaç gün sabretmek, bana, yarın kıyâmette nasibimin azalmasından daha sevimli gelir. Nezdimde arkadaşlarıma ve kardeşlerime yetişmekten daha sevimli birşey yoktur.17
Hz. Âişe, sözünü şöyle tamamladı: 'Allah'a yemin ederim ki bu sözlerinin üzerinden bir hafta geçmeden Allah Teâlâ Hz. Peygamber'in ruhunu kabzeyledi'.
Enes'ten şöyle rivayet edilir: Birgün kızı Fâtıma Hz. Peygamber'e bir parça ekmek getirdi. Hz. Peygamber 'Bu nedir?' diye sorduğunda Fâtıma 'Kendi ellerimle pişirdiğim bir ekmektir. Canım yalnız yemeye razı olmadığından bu parçayı da sana getirdim' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Şunu bil ki, bu ekmek üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir.18
Ebu Hüreyre şöyle der: 'Hz, Peygamber hiçbir zaman aile efradına, buğday ekmeğinden üç gün üst üste doyasıya yedirmemiştir. Dünyadan ayrılıncaya kadar da bu durum böyle devam etmiştir'.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Âhirette doya doya yiyecek olanlar, dünyada açlık çekenlerdir. İnsanların Allah nezdinde en sevilmeyeni, karınlarını tıkabasa doldurup mideleri ekşiyenlerdir. Canının istediği bir yemeği terkeden hiçbir kul yoktur ki onu terkedişi kendisi için cennette bir derece olmasın!
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Tıkabasa yemekten sakınınız; çünkü çok yemek, hayatta ağırlık, ölümden sonra ise kokuşmaktır'.
Şakîk Belhî şöyle der: İbâdet bir sanattır. Bu sanatın dükkanı halvethane, aleti ise açlıktır'.
Lokman Hekim, oğluna şunları söylemiştir: 'Ey oğul! Mideyi doldurduğun zaman fikir uyur; hikmet dilsizleşir. Azalarsa ibâ-detten bıkıp otururlar!'
Fudayl b. Iyaz nefsine şöyle derdi: 'Acaba neden korkuyorsun? Yoksa aç kalacağından mı korkuyorsun? Sakın korkma; çünkü sen Allah Teâlâ nezdinde bu dereceye erişecek kadar değerli değilsin. Bu dereceye ancak ve ancak Hz. Peygamber ile arkadaşları erişebilmiştir'.
Kehmes b. Hasan20 şöyle derdi: 'İlâhî! Sen beni aç ve elbisesiz bıraktın!. Gecelerin karanlığında lambasız oturttun! Acaba beni bu dereceye hangi vesile ile yükselttin?'
Feth el-Mevsılî, hastalığı ve açlığı şiddetlendiğinde şöyle derdi: 'Yârab! Beni hastalık ve açlığa müptelâ eyledin. Oysa sen bunları velî kullarına (sevdiklerine) verirsin. Bu bakımdan bana verdiğinin şükrünü hangi amelimle eda edebilirim?'
Mâlik b. Dinar, Muhammed b. Vâsi'e şöyle dedi: 'Ey Ebu Abdullah! Hem azığı olacak ve hem de kendisini insanlara muhtaç olmaktan kurtaracak kadar yiyeceğe sahip olanlara ne mutlu! Cennet böylelerinin olsun!' Buna karşılık o da şunları söyledi: 'Ey Ebu Yahya! Allah Teâlâ kendisinden razı olduğu halde (aç karnına) sabahlayıp akşamlayan kimselere ne mutlu! Cennet böylelerinin olsun!'
Fudayl b. Iyaz şöyle derdi: 'Yâ rabbî! Beni ve aile efradımı aç, gecelerin karanlığında çırasız bıraktın. Oysa sen bunu velî kullarına bahşedersin. Acaba ben bu makama hangi derecemle lâyık oldum?'
Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Râğıbların (Allah'ı isteyenlerin) açlığı uyarıcıdır. Tevbe edenlerin açlığı deneme, müctehidlerin açlığı da keramettir. Sabredenlerin açlığı siyaset, zâhidlerin açlığı ise hikmettir'.
Tevrat'ta şöyle yazılıdır: 'Allah'tan kork ve karnını doyurduğun zaman açları hatırla!'
Ebu Süleyman ed-Dârânî şöyle der: 'Akşam yemeğinden bir lokmayı terketmek benim için bütün bir geceyi sabaha kadar ibâ-detle ihyâ etmekten daha sevimlidir. Açlık Allah nezdinde onun hazinesindendir. Onu ancak sevgili kuluna verir'.
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, bazen yirmi küsür gün birşey yemezdi. Bu zatın bir senelik yiyeceğine bir dirhem kâfi gelirdi. Kendisi açlığa çok büyük değer verip bu konuda çok mübalâğalı hareket eder ve hatta şöyle derdi: 'Kıyamet gününde -Hz. Peygamber'e uyma bakımından- çok yemeyi terketmekten üstün sevap yoktur'.
Yine bu zat şöyle demiştir: 'Akıllılar, gerek din ve gerekse de dünya için açlıktan daha faydalı birşey görmemişlerdir. Âhireti is-teyenler için çok yemekten daha zararlı birşey bilmiyorum'.
Yine şöyle demiştir: Hikmet ve ilim açlıkta, mâsiyet ve cehâlet ise, tokluktadır. Helâli terketme hususunda Allah'a, nefsin isteklerine muhalefet etmekten daha üstün birşey ile kulluk yapılmış değildir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Midenin üçte biri yemek içindir. Bundan fazlasını yiyen kimse ancak sevaplarından yemiş olur.
Sehl'e, fazlasının alâmeti ve ne olduğu sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: 'Kişinin nezdinde yemeği bırakmak, yemekten daha sevimli olduğu ve bir gece aç kaldığında Allah Teâlâ'dan bu geceyi iki geceye çıkarmasını istediği zaman fazlasını bulmuş de-mektir'.
Yine bu zât şöyle demiştir: 'Abdallar bu makamı ancak karınlarını aç, gözlerini uykusuz ve dillerini konuşmasız bırakmak ve halvete çekilmekle elde etmişlerdir'.
Yine şöyle buyurmuştur: 'Gökten yere inen her sevabın başı açlıktır. Gök ile yer arasındaki her fısk u fücurun başı da tokluk-tur. Nefsini aç bırakan kimse vesveselerden kurtulur. Allah Teâlâ kullarına açlık, hastalık ve belâ ile yönelir. Ancak kullarından diledikleri, bunlarla müptelâ olmadıkları halde Allah'ın yönelişine mazhar olabilir. Biliniz ki şu zamanda nefsini açlık, uykusuzluk ve mücahede ile öldürmeyen kimse kurtuluşa eremez. Yeryüzünde hiçbir kimse geçmemiştir ki şu sudan kana kana içip de içirmesine karşılık Allah'a şükretse bile günahlardan kurtulabilmiş olsun. Suyun durumu bu olursa, tıkabasa yemenin durumunu varın siz düşünün'.
Bir hakîm 'Nefsimi hangi bukağı ile bağlıyayım?' diyen birisine şöyle buyurmuştur: 'Nefsini açlık ve susuzlukla bağla... Nam u şânı terketmek ve azizliği bırakmak sûretiyle de onu Allah'a karşı zelil et! Âhiret evlâtlarının ayakları altına sermek sûretiyle küçült! Kurraların (âlimlerin) zâhirî elbiselerini ve süslerini terketmek sûretiyle kır! Kendisine karşı daima sû-i zanda bulunmak sûretiyle onun âfetlerinden kurtul! Onunla, hevâsına aykırı hare-ket etmekle arkadaşlık yap!'
Abdülvâhid b. Zeyd şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ'nın hiçbir ku-lunu açlık çekmeksizin safâvete erdirmediğine yemin ederim. (Allah'ın bu sevgili kullarının) su üzerinde yürümeleri ve yeryüzünün kendileri için dürülmesi de ancak açlık sayesinde olmuştur. Allah Teâlâ onlara ancak açlığın yüzü suyu hürmetine yardımcı olmuştur'.
Ebu Tâlib el-Mekkî de şöyle demiştir: 'Mide Muzhir'e benzer. Muzhir içi boş ve üzerinde teller bulunan ud (saz) demektir. Bunun sesi, hafif ve ince olduğundan ve içi de tıkabasa dolu ol-mayıp boş bulunduğundan dolayı güzel çıkar. Mide de böyledir. Boş olduğu zaman okuma, ibâdet ve uyku için daha istekli olur'.
Ebubekir b. Abdullah el-Müzenî şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ şu üç sınıf insanı sever:
1.Az uyuyanlar
2.Az yiyenler
3.Allah'ın ibâdetini bırakıp az istirahat edenler'.
Rivayet edildiğine göre Hz. İsa, altmış sabah hiçbir şey yemeksizin Allah'a münâcaat etti. Sonunda kalbine yemek geldi ve münâcaatı o anda kesiliverdi. Münâcaatı kesildiğinde de yanına bir ekmeğin konulmuş olduğunu gördü. Bunun üzerine (münâcaatı kesildiği için) ağlamaya başladı. Tam o sırada bir ihtiyarın kendisine bakmakta olduğunu farketti ve ona 'Ey Allah'ın velî kulu' Allah'ın bereketi üzerine olsun! Benim için Allah Teâlâ'ya dua et; çünkü münâcaat halinde iken kalbime yemek arzusu geldi ve dolayısıyla münâcaatım birden kesiliverdi' dedi. Bu dilek üzerine ihtiyar şöyle dedi: 'Ey Allahım! Seni tanıdığımdan beri kalbime ek-mek yemek gelmişse, beni affeyleme! Bilakis ben düşünmeden ve kalbimden geçirmeden, bana kendiliğinden verilen şeyleri yiyorum'.
Rivayet edildiğine göre; Allah Teâlâ, münâcaat için kendisine yaklaştırdığı zaman Hz. Musa önce otuz, sonra da on gün olmak üzere toplam kırk gün yemeyi terketmişti. Nitekim Kur'an'da da böyle vârid olmuştur; çünkü Hz. Musa'nın geceleyin niyet etmeksizin geçirdiği bir gün, on gün arttırıl
1)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
2)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
3)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
4)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
5)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
6)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
7)Beyhakî
11)Hatib, Zühd, (Said b. Zeyd'den)
12)Deylemî
13)Buhârî, Müslim
14)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
15)İsmi Vehb b. Abdullah es-Süvâî'dir. Hz. Peygamber'in vefatında erginlik çağına yaklaşmıştı.
16)Beyhakî
17) Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır
18)Hâris b. Ebî Usâme
19)Taberânî, Ebu Nuaym
20)Âbid ve zâhid bir kimse olup Hasan Basrî'nin çağdaşıdır
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Nefislerinize karşı açlık ve susuzluk (silahlarıy)la mücahede ediniz, çünkü buradaki sevap, Allah yolunda mücahede eden kimsenin sevabı gibidir. Allah Teâlâ nezdinde açlık ve susuzluktan daha sevimli bir amel yoktur.
İbn Abbas Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakleder:
Karnını tıkabasa dolduran kimse gökler âlemine giremez!1
Hz. Peygamber'e insanların hangisinin daha faziletli olduğu sorulduğunda, şöyle buyurmuştur:
Yemesi ve gülmesi az olup avret mahallini örten bir elbiseyle yetinerek lükse ve sükseye kaçmayan kimse (insanların en faziletlisidir).2
Amellerin efendisi (en hayırlısı) açlıktır. Nefsin zilleti ise yün elbiseler giymektir.3
Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber'den şu hadîsi rivayet eder:
Giyiniz, yeyip içiniz, fakat karınlarınızı yarısına kadar (doldurunuz); çünkü bu, peygamberliğin bir parçasıdır.4
Hasan Basrî Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Düşünce, ibâdetin yarısıdır; az yemekse ta kendisidir.5
Yine Hasan Basrî, Hz. Peygamber!in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Kıyâmet günü Allah Teâlâ nezdinde derece bakımından en üstününüz, en fazla aç kalanınız ve Allah'ın sıfatları hakkında en fazla düşüneninizdir. Allah nezdinde en sevilmeyeniniz ise çok uyuyan ve çok yeyip içeninizdir!6
Hz. Peygamber, kendi arzusuyla ve zaruret olmaksızın aç kalır, açlığı tokluğa tercih ederdi.7 Nitekim kendileri şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, meleklere karşı dünyada az yeyip içen kimselerle iftihar ederek şöyle buyurur: 'Ey melekler! Kuluma bakınız! Ben onu dünyada yemeye ve içmeye müptelâ kılmışım; o ise sabretmiş ve onları terketmiştir. Ey melekler! Şâhid olun ki (benim için) terkettiği her yiyeceğin yerine kuluma cennette birçok dereceler vereceğim'.8
Kalpleri, çok yeyip içmekle öldürmeyiniz; çünkü kalp, ekin gibidir. Ekinler çok sulandıklarında ölür!9
Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmuş değildir! Ademoğluna, belini doğrultmasını sağlayacak birkaç lokma yeter. Eğer mutlaka yemek istiyorsa karnının üçte birini yemek, üçte birini su ve üçte birini de nefes alıp verme için ayırsın.10
Usâme b. Zeyd ile Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği uzun bir hadîste açlığın fazileti şöyle zikredilmiştir:
Kıyâmet gününde insanların Allah'a en yakın olanları, dünyada O'nun için uzun süre aç, susuz ve mahzun kalmış olan kimselerdir. Bunlar, şöhretsiz muttakîlerdir ki bir yerde bulunduklarında tanınmazlar, yokluklarında ise aranmazlar. Onları ancak yeryüzünün bölgeleri tanır. Göklerin melekleri onların etrafını çepeçevre kuşatır. Halk dünyadan, onlar ise Allah'a ibâdet ve tâattan zevk alırlar... Halk, altlarına yumuşacık döşekler sererken, onlar alınlarını ve dizlerini sermiştir... Halk, peygamberlerin fiil ve ahlâkını zayi etmiştir, onlar ise korumaktadırlar. Yer küresi onlardan birini kaybettiği zaman ağlar. Cebbâr olan Allah Teâlâ, içerisinde bu kullarından bulunmayan memlekete gazap eder. Onlar köpeklerin leşlere daldığı gibi dünyaya dalmazlar; az yerler ve yamalı elbiseler giyerler. Üst ve başları toz toprak içerisindedir. İnsanlar onları gördüklerinde hasta zannederler; oysa onlarda hastalık yoktur. Onlar için, akıllarını kaybetmiş deniliyor; oysa onlar akıllarını kaybetmiş değildir. Fakat kalpleriyle kendilerini dünyadan uzaklaştıran ilâhî emre baktıklarından dünya ehline göre akılsız gezerler. Oysa halkın aklı başlarından gittiği zaman, onların akılları başlarında olacaktır. Âhirette şeref onlara aittir. Ey Usâme! Kendilerini herhangi bir memlekette gördüğün zaman bil ki, onlar o memleketin ahalisi için emniyet sübabıdırlar. Allah Teâlâ, onların içinde bulunduğu bir kavme azap etmez. Yer küresi, onlarla sevinmekte,
Cebbâr olan Allah onlardan razı olmaktadır... Bu bakımdan sen onları kendine arkadaş edin! Umulur ki onların yüzü suyu hürmetine kurtulmuş olasın. Elinden geldiğince karnın aç ve ciğerin susuz olduğu halde ölmeye çalış; çünkü bu şekilde konak ve derecelerin en şereflisini elde eder, pey-gamberlerle birlikte olursun ve ruhunun gelişiyle melekler sevinir, Cebbâr olan Allah da sana rahmet deryâlarını coşturur.11
Hasan Basrî'nin Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yün elbise giyiniz; fakat bol olmasın! Yediğiniz zaman da midenizin yarısını dolduracak kadar yeyin. (Böyle yaptığınız takdirde) gökler âlemine dahil olursunuz.12
Hz. İsa havârilerine şöyle demiştir:
Ey havâriler! Nefislerinizi aç, bedenlerinizi (lüks ve süslü elbiseler giymemek sûretiyle) çıplak bırakınız ki kalpleriniz Allah'ı (O'nun cemâlini) müşâhede edebilsin!
Bu söz, aynı zamanda bizim peygamberimizden de (Tâvus kanalıyla) rivayet edilmektedir.
Tevrat'ta şöyle bir ifadenin yazılı olduğu söylenir: Allah Teâlâ şişman âlime buğzeder.
Çünkü şişmanlık, gaflete ve çok yemeye delâlet eder; bunlar ise çirkin şeylerdir. Hele âlim için daha da çirkin olur. Nitekim İbn Mes'ud şöyle demiştir: Allah Teâlâ şişman kurra'ya (Kur'an okuyucusuna) buğzeder.
Mürsel bir hadîste Hz. Peygamber'den şöyle vârid olmuştur:
Şeytan, Ademoğlunun kanının dolaştığı yerlerde dolaşır. Bu bakımdan siz şeytanın dolaşma yollarını, açlık ve susuzlukla daraltınız.
Tok karnına yemek, beras (alacalık) denilen deri hastalığına yol açar.
Mü'min bir mideyle, münâfık ise yedi mideyle yer!13
Yani münafık, mü'minin yedi mislini yer veya şehveti, mü'minin şehvetinden yedi kat fazla olur. Bu bakımdan hadîsteki, mide mânâsına gelen mia kelimesi, şehvetten kinâyedir; çünkü yemeği kabul eden mide olduğu gibi, yemeğe yakışan da şehvettir. Yoksa hadîsin mânâsı münâfığın midesinin sayısı mü'mininkinden fazladır demek değildir.
Hasan Basrî'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
-Cennetin kapısını çalmaya devam ediniz! Bunu yaptığınız takdirde size açılacaktır.
-Cennetin kapısını ne ile çalalım?
-Açlık ve susuzlukla!14
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, huzurunda geğiren Ebu Cühayfe'ye15 şöyle buyurmuştur:
Az geğir; çünkü kıyâmet gününde en çok aç kalacak olanlar dünyada fazlasıyla doyanlardır.16
Hz. Âişe şöyle der: Hz. Peygamber, hiçbir zaman doyasıya yeyip de karnını doldurmadı! Aç olduğu bir gün kendisine karşı şefkat ve merhametimden ağladım ve mübarek karnını elimle sıvazlayarak şöyle dedim:
- Canım sana fedâ olsun! Dünyadan, seni kuvvetlendirecek ve açlığını giderecek kadarını alsaydın ne olurdu?
- Ey Âişe! Benim ulu'1-azm arkadaşlarım, bundan daha şiddetli durumlara sabrettiler ve kendi halleriyle geçip gittiler; rablerinin huzuruna vardılar. Rableri onlara ikramda bulundu, sevaplarını artırdı. Bu bakımdan -eğer geçimde lükse ve refaha kaçarsam- bu durumun yarın (âhirette) derecemi onlarınkinden küçük düşürmesinden utanırım. O halde birkaç gün sabretmek, bana, yarın kıyâmette nasibimin azalmasından daha sevimli gelir. Nezdimde arkadaşlarıma ve kardeşlerime yetişmekten daha sevimli birşey yoktur.17
Hz. Âişe, sözünü şöyle tamamladı: 'Allah'a yemin ederim ki bu sözlerinin üzerinden bir hafta geçmeden Allah Teâlâ Hz. Peygamber'in ruhunu kabzeyledi'.
Enes'ten şöyle rivayet edilir: Birgün kızı Fâtıma Hz. Peygamber'e bir parça ekmek getirdi. Hz. Peygamber 'Bu nedir?' diye sorduğunda Fâtıma 'Kendi ellerimle pişirdiğim bir ekmektir. Canım yalnız yemeye razı olmadığından bu parçayı da sana getirdim' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Şunu bil ki, bu ekmek üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir.18
Ebu Hüreyre şöyle der: 'Hz, Peygamber hiçbir zaman aile efradına, buğday ekmeğinden üç gün üst üste doyasıya yedirmemiştir. Dünyadan ayrılıncaya kadar da bu durum böyle devam etmiştir'.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Âhirette doya doya yiyecek olanlar, dünyada açlık çekenlerdir. İnsanların Allah nezdinde en sevilmeyeni, karınlarını tıkabasa doldurup mideleri ekşiyenlerdir. Canının istediği bir yemeği terkeden hiçbir kul yoktur ki onu terkedişi kendisi için cennette bir derece olmasın!
Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Tıkabasa yemekten sakınınız; çünkü çok yemek, hayatta ağırlık, ölümden sonra ise kokuşmaktır'.
Şakîk Belhî şöyle der: İbâdet bir sanattır. Bu sanatın dükkanı halvethane, aleti ise açlıktır'.
Lokman Hekim, oğluna şunları söylemiştir: 'Ey oğul! Mideyi doldurduğun zaman fikir uyur; hikmet dilsizleşir. Azalarsa ibâ-detten bıkıp otururlar!'
Fudayl b. Iyaz nefsine şöyle derdi: 'Acaba neden korkuyorsun? Yoksa aç kalacağından mı korkuyorsun? Sakın korkma; çünkü sen Allah Teâlâ nezdinde bu dereceye erişecek kadar değerli değilsin. Bu dereceye ancak ve ancak Hz. Peygamber ile arkadaşları erişebilmiştir'.
Kehmes b. Hasan20 şöyle derdi: 'İlâhî! Sen beni aç ve elbisesiz bıraktın!. Gecelerin karanlığında lambasız oturttun! Acaba beni bu dereceye hangi vesile ile yükselttin?'
Feth el-Mevsılî, hastalığı ve açlığı şiddetlendiğinde şöyle derdi: 'Yârab! Beni hastalık ve açlığa müptelâ eyledin. Oysa sen bunları velî kullarına (sevdiklerine) verirsin. Bu bakımdan bana verdiğinin şükrünü hangi amelimle eda edebilirim?'
Mâlik b. Dinar, Muhammed b. Vâsi'e şöyle dedi: 'Ey Ebu Abdullah! Hem azığı olacak ve hem de kendisini insanlara muhtaç olmaktan kurtaracak kadar yiyeceğe sahip olanlara ne mutlu! Cennet böylelerinin olsun!' Buna karşılık o da şunları söyledi: 'Ey Ebu Yahya! Allah Teâlâ kendisinden razı olduğu halde (aç karnına) sabahlayıp akşamlayan kimselere ne mutlu! Cennet böylelerinin olsun!'
Fudayl b. Iyaz şöyle derdi: 'Yâ rabbî! Beni ve aile efradımı aç, gecelerin karanlığında çırasız bıraktın. Oysa sen bunu velî kullarına bahşedersin. Acaba ben bu makama hangi derecemle lâyık oldum?'
Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Râğıbların (Allah'ı isteyenlerin) açlığı uyarıcıdır. Tevbe edenlerin açlığı deneme, müctehidlerin açlığı da keramettir. Sabredenlerin açlığı siyaset, zâhidlerin açlığı ise hikmettir'.
Tevrat'ta şöyle yazılıdır: 'Allah'tan kork ve karnını doyurduğun zaman açları hatırla!'
Ebu Süleyman ed-Dârânî şöyle der: 'Akşam yemeğinden bir lokmayı terketmek benim için bütün bir geceyi sabaha kadar ibâ-detle ihyâ etmekten daha sevimlidir. Açlık Allah nezdinde onun hazinesindendir. Onu ancak sevgili kuluna verir'.
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, bazen yirmi küsür gün birşey yemezdi. Bu zatın bir senelik yiyeceğine bir dirhem kâfi gelirdi. Kendisi açlığa çok büyük değer verip bu konuda çok mübalâğalı hareket eder ve hatta şöyle derdi: 'Kıyamet gününde -Hz. Peygamber'e uyma bakımından- çok yemeyi terketmekten üstün sevap yoktur'.
Yine bu zat şöyle demiştir: 'Akıllılar, gerek din ve gerekse de dünya için açlıktan daha faydalı birşey görmemişlerdir. Âhireti is-teyenler için çok yemekten daha zararlı birşey bilmiyorum'.
Yine şöyle demiştir: Hikmet ve ilim açlıkta, mâsiyet ve cehâlet ise, tokluktadır. Helâli terketme hususunda Allah'a, nefsin isteklerine muhalefet etmekten daha üstün birşey ile kulluk yapılmış değildir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Midenin üçte biri yemek içindir. Bundan fazlasını yiyen kimse ancak sevaplarından yemiş olur.
Sehl'e, fazlasının alâmeti ve ne olduğu sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: 'Kişinin nezdinde yemeği bırakmak, yemekten daha sevimli olduğu ve bir gece aç kaldığında Allah Teâlâ'dan bu geceyi iki geceye çıkarmasını istediği zaman fazlasını bulmuş de-mektir'.
Yine bu zât şöyle demiştir: 'Abdallar bu makamı ancak karınlarını aç, gözlerini uykusuz ve dillerini konuşmasız bırakmak ve halvete çekilmekle elde etmişlerdir'.
Yine şöyle buyurmuştur: 'Gökten yere inen her sevabın başı açlıktır. Gök ile yer arasındaki her fısk u fücurun başı da tokluk-tur. Nefsini aç bırakan kimse vesveselerden kurtulur. Allah Teâlâ kullarına açlık, hastalık ve belâ ile yönelir. Ancak kullarından diledikleri, bunlarla müptelâ olmadıkları halde Allah'ın yönelişine mazhar olabilir. Biliniz ki şu zamanda nefsini açlık, uykusuzluk ve mücahede ile öldürmeyen kimse kurtuluşa eremez. Yeryüzünde hiçbir kimse geçmemiştir ki şu sudan kana kana içip de içirmesine karşılık Allah'a şükretse bile günahlardan kurtulabilmiş olsun. Suyun durumu bu olursa, tıkabasa yemenin durumunu varın siz düşünün'.
Bir hakîm 'Nefsimi hangi bukağı ile bağlıyayım?' diyen birisine şöyle buyurmuştur: 'Nefsini açlık ve susuzlukla bağla... Nam u şânı terketmek ve azizliği bırakmak sûretiyle de onu Allah'a karşı zelil et! Âhiret evlâtlarının ayakları altına sermek sûretiyle küçült! Kurraların (âlimlerin) zâhirî elbiselerini ve süslerini terketmek sûretiyle kır! Kendisine karşı daima sû-i zanda bulunmak sûretiyle onun âfetlerinden kurtul! Onunla, hevâsına aykırı hare-ket etmekle arkadaşlık yap!'
Abdülvâhid b. Zeyd şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ'nın hiçbir ku-lunu açlık çekmeksizin safâvete erdirmediğine yemin ederim. (Allah'ın bu sevgili kullarının) su üzerinde yürümeleri ve yeryüzünün kendileri için dürülmesi de ancak açlık sayesinde olmuştur. Allah Teâlâ onlara ancak açlığın yüzü suyu hürmetine yardımcı olmuştur'.
Ebu Tâlib el-Mekkî de şöyle demiştir: 'Mide Muzhir'e benzer. Muzhir içi boş ve üzerinde teller bulunan ud (saz) demektir. Bunun sesi, hafif ve ince olduğundan ve içi de tıkabasa dolu ol-mayıp boş bulunduğundan dolayı güzel çıkar. Mide de böyledir. Boş olduğu zaman okuma, ibâdet ve uyku için daha istekli olur'.
Ebubekir b. Abdullah el-Müzenî şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ şu üç sınıf insanı sever:
1.Az uyuyanlar
2.Az yiyenler
3.Allah'ın ibâdetini bırakıp az istirahat edenler'.
Rivayet edildiğine göre Hz. İsa, altmış sabah hiçbir şey yemeksizin Allah'a münâcaat etti. Sonunda kalbine yemek geldi ve münâcaatı o anda kesiliverdi. Münâcaatı kesildiğinde de yanına bir ekmeğin konulmuş olduğunu gördü. Bunun üzerine (münâcaatı kesildiği için) ağlamaya başladı. Tam o sırada bir ihtiyarın kendisine bakmakta olduğunu farketti ve ona 'Ey Allah'ın velî kulu' Allah'ın bereketi üzerine olsun! Benim için Allah Teâlâ'ya dua et; çünkü münâcaat halinde iken kalbime yemek arzusu geldi ve dolayısıyla münâcaatım birden kesiliverdi' dedi. Bu dilek üzerine ihtiyar şöyle dedi: 'Ey Allahım! Seni tanıdığımdan beri kalbime ek-mek yemek gelmişse, beni affeyleme! Bilakis ben düşünmeden ve kalbimden geçirmeden, bana kendiliğinden verilen şeyleri yiyorum'.
Rivayet edildiğine göre; Allah Teâlâ, münâcaat için kendisine yaklaştırdığı zaman Hz. Musa önce otuz, sonra da on gün olmak üzere toplam kırk gün yemeyi terketmişti. Nitekim Kur'an'da da böyle vârid olmuştur; çünkü Hz. Musa'nın geceleyin niyet etmeksizin geçirdiği bir gün, on gün arttırıl
1)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
2)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
3)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
4)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
5)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
6)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
7)Beyhakî
11)Hatib, Zühd, (Said b. Zeyd'den)
12)Deylemî
13)Buhârî, Müslim
14)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
15)İsmi Vehb b. Abdullah es-Süvâî'dir. Hz. Peygamber'in vefatında erginlik çağına yaklaşmıştı.
16)Beyhakî
17) Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır
18)Hâris b. Ebî Usâme
19)Taberânî, Ebu Nuaym
20)Âbid ve zâhid bir kimse olup Hasan Basrî'nin çağdaşıdır
Kesriş Şehaveteyn
- Giriş
- Açlığın Fazileti, Tokluğun Zemmi
- Açlığın Faydaları, Tokluğun Zararları
- Midenin Şehvetini Kırmakta Riyazet Yolu
- Açlığın Hükmü, Fazileti ve Açlık Konusunda İnsanların Farklı Tutumları
- Yemeği Azaltan ve Şehvetleri Terkeden Bir Kimseye Ansızın Gelen Riya'nın Âfeti
- Ferc'in (Tenasül Uzvu'nun) Şehveti
- Evlenmeyi Terketmek Hususunda İnsana Düşen Vazifeler
- Göz ile Tenasül Uzvunun Şehvetine Muhalefet Eden Kimselerin Fazileti