Güzel Ahlâkın Alâmetleri
Her insan, nefsinin ayıplarının câhilidir. Ne zaman büyük günahları terkedinceye kadar nefsiyle az bir mücahedede bulunsa zanneder ki nefsini tertemiz yapmış, nefsi tertemiz olmuş, ahlâkı güzelleşmiş ve artık mücahede etmekten müstağnidir! Mâdem ki durum budur, o halde güzel ahlâkın alâmetini belirtmek gerekir. Çünkü güzel ahlâk, imanın ta kendisi, kötü ahlâk ise münâfıklığın ta kendisidir. Allah Teâlâ mü'min ve münafığın sıfatlarını Kur'an'da zikretmiştir. O sıfatların tamamı güzel veya kötü ahlâkın meyveleridir. O halde biz onlardan bir kısmını, güzel ahlâkın alâmeti bilinsin diye zikredelim.
Ayetler
Felaha ulaştı o mü'minler ki onlar, namazlarında huşû içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekâtlarını verirler ve onlar ırzlarını korurlar. Ancak eşleri, yahut câriyeleri hariç (bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar kim de bu helâlden başkasını ararsa, işte onlar haddi aşanlardır ve onlar emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler. Onlar namazlarını gereği üzerine devamlı kılarlar. İşte (Firdevs'e) vâris olacaklar onlardır.(Mü'minûn/1-10)
(...) Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır; o mü'minleri müjdeler(Tevbe/112)
Mü'minler o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onlara Allah'ın ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve rablerine tevekkül ederler. Namazlarını kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan verirler. İşte gerçek mü'minler onlardır.(Enfal/2-4)
Rahman'ın o kulları ki yeryüzünde tevâzu ile yürürler. Cahiller kendilerine lâf attıkları zaman 'selâm' derler. Gecelerini rablerine secde ederek O'nun divanında durarak geçirirler:
'Rabbimiz cehennemin azabını bizden uzaklaştır, doğrusu onun azabı sürekli bir azaptır' derler. Orası ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir makamdır! Ve harcadıkları zaman ne israf ederler ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur ve onlar Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kam bunları yaparsa cezasını bulur. Kıyamet günü onun için azap kat kat yapılır ve o azabın içinde hor ve hakir olacak kalır. Ancak tevbe edip inanan ve sâlih amel yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Kim tevbe eder ve sâlih amel yaparsa, o makbul bir kimse olarak Allah'a döner. Onlar yalan ve boş laf (konuşanlar)a rastladıklarında vekar ile geçip giderler ve kendilerine rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağır ve kör davranmazlar ve 'Rabbimiz! Bize gözler sevinci eşler ve çocuklar lûtfet ve bizi korunanlara önder yap' derler. İşte onlar, sabretmelerine karşılık saraylarda ödüllendirilecekler ve orada bir sağlık dileği ve selâm ile karşılanacaklardır. Orada ebedî kalacaklardır. Ne güzel karargâh ve ne güzel makamdır orası! De ki: 'Duanız (ibadetiniz) olmadıktan sonra rabbim sizi ne yapsın? (size haber verdiklerimi) yalanladınız. Bu yüzden cezalandırılmanız gerekecektir'.(Furkan/63-77)
Bu bakımdan durumu kendisine mübhem ve müşkil olan bir kimse nefsini bu ayetlerin mihengine vursun. Bu sıfatların varlığı güzel ahlâkın alâmetidir. Bütün bu sıfatların yokluğu ise, kötü ahlâkın alâmetidir! Bir kısmının bulunması, bir kısmının bulunmaması ise, güzel ahlâkın bir kısmının varlığına bir kısmının yokluğuna delâlet eder. Bu bakımdan kişi, bu sıfatların olmayanlarını elde etmeye ve olanlarını da korumaya çalışmalıdır.
Hadîsler
Mü'min bir kimse, kendi nefsi için sevdiğini kardeşi için de sever.47
Rasûlullah (s.a), mü'mini birçok sıfatlarla nitelendirmiştir ve bütün o sıfatlarla güzel ahlâka işaret ederek şöyle buyurmuştur:
Kim Allah'a ve son güne iman ediyorsa, misafirine ikramda bulunsun.48
Kim Allah'a ve son güne inanıyorsa komşusuna ikramda bulunsun.49
Kim Allah'a ve son güne iman etmişse hayrı söylesin veya sussun.50
Hz. Peygamber, mü'minlerin sıfatlarının güzel ahlâk olduğunu söyleyerek şöyle buyurmuştur:
Mü'minlerin iman yönünden en kâmilleri ahlâk yönünden en güzel olanlarıdır.51
Mü'min bir kimseyi susmuş ve vakarlı gördüğünüz zaman ona yaklaşınız. Çünkü öyle bir mü'min hikmeti telkin eder.52
İşlediği hayır kendisini sevindiriyor, işlediği kötülük kendisini üzüyorsa, muhakkak o mü'mindir.53
Hiçbir müslümana, kardeşine eziyet verici bir bakışla bakması helâl değildir.54
Hiçbir müslüman için başka bir müslümanı korkutmak helâl değildir.55
Sohbet edip yanyana oturan iki kişi ancak Allah'ın emanetiyle bir araya gelip otururlar. Öyle ise onların birisine kardeşinin istemediği bir sırrını ifşa etmek helâl değildir.56
Âlimlerden biri güzel ahlâkın alâmetlerini şöyle belirtmiştir: 'Güzel ahlâk, kişinin çok hayâlı, eziyet vermeyen, sâlih, doğru sözlü, az konuşan, çok ibadet eden, az hata yapan kimse olmasıdır. Fuzulî konuşması pek az, hayır ve sılayı rahim yapar, vakarlı, çok sabırlı, çok şükredici, Allah'ın hükmüne râzı ve halîm olmasıdır. Şefkatli, iffetli, ince hisli olmasıdır. Lânet edici, küfürbaz, kovucu, gıybet yapıcı, aceleci, hasedci, cimri, gözüne ve diline sahip olma-yan değildir. Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için razı olur, Allah için öfkelenir. İşte güzel ahlâk budur. Hz. Peygamber'den (s.a) mü'minin ve münâfığın alâmeti sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
Muhakkak ki mü'min bir kimsenin himmeti namaz kılmak, oruç tutmak ve ibâdet yapmaktadır. Münâfık bir kimsenin himmeti hayvan gibi yemek ve içmektedir.57
Hâtim el-Esamm şöyle demiştir: 'Mü'min bir kimse düşünce ve ibret almakla meşguldür. Münâfık bir kimse ise, hırs ve uzun emelle meşguldür. Mü'min bir kimse Allah'tan başka herkesten ümidini kesmiştir. Münâfık bir kimse Allah'tan başka herşeyde ummaktadır. Mü'min bir kimse Allah'tan başka herşeyden emindir. Münafık bir kimse Allah'tan başka herşeyden korkar. Mü'min bir kimse dinini değil, malını fedâ eder. Münâfık bir kimse ise malını değil, dinini fedâ eder. Mü'min bir kimse güzellik yapar ağlar, münâfık bir kimse kötülük yaptığı halde güler. Mü'min bir kimse yalnızlığı sever. Münâfık ise halk ile karışmayı sever. Mü'min bir kimse tohumu eker, bitmemesinden korkar. Münâfık bir kimse tohumu söker, başağı umar. Mü'min bir kimse siyaset için emreder, yasaklar ve ıslah eder, münâfık bir kimse ise riyaset için emreder, yasaklar ve ifsâd eder!'
Güzel ahlâkın denenmesinde kullanılan en iyi sistem, eziyete karşı sabır göstermek, cefaya karşı göğüs germektir. Bir kimse başkasının kötü ahlâkından şikayet ederse, onun bu şikayet edişi, kendisinin kötü ahlâklı olduğuna delâlet eder. Çünkü güzel ahlâk, eziyeti sineye çekmektir.
Hz. Peygamber (s.a) bir ara beraberinde Enes b. Mâlik olduğu halde yürüyordu. Bir bedevî arkasından yetişti ve onu şiddetle geri çekti. O ara Hz. Peygamber'in sırtında necran ma'mûlü bir kürk vardı. Kürkün kenarları kaba ve sertti. Enes der ki: "Hz. Peygamber'in boynuna baktım, bedevinin şiddetli çekişinden dolayı kürkün kenarı etine iz yapmıştı.
Bedevî şöyle dedi:
Ey Muhammed! Senin nezdinde bulunan Allah'ın malından bana ver!
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) dönüp bedevinin yüzüne baktı. Güldükten sonra ona mal verilmesini emretti.58
Kureyşliler Hz. Peygamber'i fazlasıyla eziyet edip dövdükleri zaman, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey Allahım! Kavmimi bağışla, onlar bilmiyorlar.
Denildi ki, Hz. Peygamber'in bu duası Uhud'da olmuştur ve bunun içindir ki Allah Teâlâ, Hz. Peygamber hakkında aşağıdaki ayeti inzâl ederek şöyle buyurmuştur:
Gerçekten sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin. (Kalem/4)
İbrahim b. Edhem bir gün sahraya çıktı, bir askerle karşılaştı. Asker kendisine 'Sen köle misin?' dedi. İbrahim 'Evet' dedi. Asker 'Mâmur yerler nerede?' dedi. İbrahim (kabristanı işaret ederek) 'İşte!' dedi. Asker 'Ben mâmur yerleri istiyorum!' deyince, İbrahim 'İşte mâmur yerler kabristandır' dedi. Onun bu sözü askeri oldukça kızdırdı. Asker onun başına kırbaçla vurdu ve kendisini gerisin geriye şehre çevirdi. Arkadaşları karşılayıp hâdiseyi sorunca, asker kendilerine İbrahim'in söylediklerini haber verdi. Onlar askere dediler ki: 'Bu, Edhem'in oğlu İbrahim'dir'. Bunun üzerine asker, atından inip el ve ayaklarını öperek kendisinden özür diledi. Sonra İbrahim'den 'Sen neden askere ben köleyim de-din?' diye soruldu. İbrahim "O benden 'sen kimin kölesisin' diye sormadı, 'sen köle misin' diye sordu. Ben de Allah'ın kölesi olduğum için 'evet' dedim. Fakat o benim başımı kırbaçlayınca ben Allah Teâlâ'dan kendisi için cennet istedim". Bunun üzerine kendisine şöyle soruldu: 'Nasıl olur? O sana zulmetti, sen ona cennet istiyorsun'. İbrahim 'Ben onun eliyle bana dokunan eziyetten ötürü mükâfât göreceğimi biliyorum. Bu bakımdan benim ondan nasibimin hayır olup da onun benden nasibinin şer olmasını istemedim!' dedi.
Ebu Osman Hayri59 bir ziyafete davet edildi. Davet eden zat onu deniyordu. Davet edenin evine vardığı zaman, kendisine 'Benim vaktim yoktur. Lütfen geri gidiniz' dedi. Bunun üzerine Ebu Osman geri döndü, biraz ilerledikten sonra davet eden ikinci bir defa onu çağırarak 'Hocam, gel!' dedi. Ebu Osman geri dönünce ilk söylediği gibi söyledi. Üçüncü bir defa onu çağırdı ve kendisine 'Vaktin icabı olarak geri dön, git!' dedi. Bunun üzerine Ebu Osman geri döndü... Kapıya vardığı zaman davetçi birinci sözünün benzerini tekrarladı. Bunun üzerine Ebu Osman tekrar döndü. Sonra dördüncü defa geldi ve yine davet sahibi onu geri çevirdi. Birkaç defa tekrar edinceye kadar böyle yaptı. Bütün bunlara rağmen Ebu Osman bozulmadı ve tınmadı. Bu durumu gören davet sahibi, Ebu Osman'ın ayaklarına kapanarak şöyle dedi: 'Hocam! Seni denemek istedim. Senin ahlâkın ne güzelmiş!' Buna karşı Ebu Osman şu cevabı verdi: 'Bende gördüğün bu ahlâk var ya, köpek ahlâkıdır. Çünkü köpeği çağırdığın zaman gelir, kovduğun zaman gider'.
Yine şöyle rivayet ediliyor: Birgün Nisabur'un bir çarşısından geçiyordu. Üzerine çarşıya bakan bir evden bir mangal dolusu kül döküldü. Bunun üzerine bineğinden indi, şükür secdesine ka-pandı. Sonra elbiselerinden külü silkti ve hiçbir şey söylemedi. Kendisine 'neden sen onlara çıkışmadın?' denildiği zaman dedi ki: 'Ateşe müstehak olan bir kimse kül ile kurtulursa kızmaya hakkı yoktur'.
Rivayet ediliyor ki Ali b. Mûsa er-Rıza'nın annesi siyah olduğundan dolayı rengi siyaha çalıyordu. Nisabur'da kapısında bir hamam vardı. Hamama girmek istediği zaman, hamamcı hamamı kendisi için boşaltıyordu. Bir gün hamama girdi. O girdikten sonra hamamcı kapıyı kilitledi. Bir kısım ihtiyaçlarını görmek için dışarı çıktığında bir köylü hamama gelip kapıyı açtı ve hamama girdi. Elbisesini çıkardı ve yıkanmaya gitti. Ali b. Mûsa er-Rıza'yı gördü. Siyah olduğundan dolayı hamamın hizmetçilerinden biri olduğunu zannetti ve ona 'Kalk! Bana su getir!' dedi. Bunun üzerine Ali (k.s) kalktı, onun bütün emirlerini yerine getirdi. Hamamcı geri dönünce köylünün elbiselerini gördü ve Ali b. Mûsa er-Rıza ile konuşmasını dinledi. Bunun üzerine korkarak hamamı terkedip kaçtı. İkisini hamamda başbaşa bıraktı. Ali (k.s) hamamdan çıkınca hamamcının nerede olduğunu sordu. Kendisine denildi ki: 'Cereyan eden hâdiseden korkup kaçtı'. Bunun üzerine Ali (k.s) 'Kaçması gerekmezdi. Günah, suyunu (menisini) siyah bir cariyenin rahmine dökenindir' dedi.
Rivayet ediliyor ki Ebu Abdullah el-Hayyat, dükkânının kapısında otururdu. Onun ateşperest bir arkadaşı vardı. O ateşperest, Ebu Abdullah'ı siftah ettiriyordu. Ebu Abdullah ona herhangi birşey diktiği zaman ateşperest, Ebu Abdullah'a kalp (sahte) paralar veriyordu. Ebu Abdullah da onun kalp paralarını olduğu gibi alır, paraların kalp olduğunu yüzüne vurmaz ve geri de çevirmezdi. Günün birinde Ebu Abdullah bir ihtiyacını karşılamaya gitti. Ateşperest gelip de kendisini göremeyince ücreti çırağa verdi. Dikilmek için bıraktığı elbiseleri istedi, verdiği para yine sahteydi. Çırak paraya baktığı zaman sahte olduğunu anlaya-rak, ateşpereste geri verdi. Ebu Abdullah geldiği zaman talebe kendisine hâdiseyi anlattı. Bunun üzerine Ebu Abdullah çırağa İyi bir iş yapmamışsın. O ateşperest bir seneden beri bana bu şekilde para veriyordu. Ben de buna karşı sabreder, kendisinden paraları alır, o paralarla başka bir müslümanı kandırmasın diye kuyuya atardım' dedi.
Yûsuf b. Esbât güzel ahlâkın alâmetlerinin on haslet olduğunu söylemiştir:
1.Arkadaşlarıyla az ihtilâf etmek,
2.İnsaflı olmak,
3.Arkadaşlarının ayıplarını aramaktan vazgeçmek,
4.Görünen günahları güzel mânâlara hamletmeye gayret göstermek,
5.Arkadaşlarının mâzeretlerini kabul etmek,
6.Arkadaşlarının eziyetlerine tahammül etmek,
7.Kendi nefsini kınamak,
8.Başkasının ayıplarını değil, kendi ayıbını öğrenmeye çalışmak,
9.Büyüğe ve küçüğe karşı güler yüzlü olmak,
10.İster kendisinden büyük, ister küçük olsun herkes ile yumuşak konuşmak.
Sehl'e güzel ahlâkın ne olduğu soruldu. 'Onun en azı eziyete göğüs germek, karşılık vermeyi bırakmak, zâlime rahmet istemek, af dilemek ve ona şefkat göstermektir' dedi.
Ahnef b. Kays'a 'Sen hilmi kimden öğrendin?' diye soruldu. 'Kays b. Âsım'dan öğrendim' dedi. 'Onun hilm derecesi nedir?' diye sorulunca, cevap olarak şöyle demiştir: "Bir ara evinde oturuyordu. Cariyesi, üzerinde kebap bulunan ve ateş dolu bir mangal getiriyordu. Mangal elinden Kays'ın küçük bir oğlunun üzerine düştü ve çocuk yanarak öldü. Bu manzara karşısında cariye dehşete kapıldı. Cariyeyi teskin etmek için 'Senin korkmana gerek yok. Seni Allah rızası için âzad ediyorum' dedi".Çocuklar Veysel Karanî'yi gördükleri zaman taşa tutarlardı. Veysel Karâni onlara 'Kardeşlerim! Eğer mutlaka bana taş ata-caksanız bari küçük taşları atın da bacaklarımı kanatıp da beni namaz kılmaktan alıkoymasın' derdi.
Adamın biri, Ahnef b. Kays'a sövdü. O cevap vermedi, adam onun arkasını takip edip küfretmeye devam ediyordu. Ahnef, ma-halleye yaklaştığı zaman durdu ve söven adama şöyle dedi: 'Eğer senin küfürlerin bitmediyse kalanları da söyle burada bitsin ki ka-bilenin cahilleri senin küfrettiğini duyup da sana eziyet vermesin-ler'.
Rivayet ediliyor ki Hz. Ali (r.a), bir köleyi çağırdı. Köle kendi-sine cevap vermedi. İkinci ve üçüncü defa çağırdı yine cevap ver-medi. Bunun üzerine kalkıp kölenin yanına geldi. Baktı ki köle, sırt üstü uzanmış yatıyor.
-Ey köle! Çağırdığımı duymuyor musun?
-Evet, duyuyorum.
-O halde neden bana cevap vermiyorsun?
-Senin ceza vermeyeceğinden emin olduğum için tembellik yaptım.
-O halde git! Sen Allah rızası için hürsün.
Bir kadın Mâlik b. Dinar'a 'Ey riyakâr!' diye bağırdı. Mâlik kadına şöyle dedi: 'Ey kadın! Basralıların kaybettiği ismimi sen buldun!'
Yahya b. Ziyad el-Hârisi'nin ahlâksız bir kölesi vardı, Yahya'ya 'Bu köleyi neden besliyorsun!?' diye sorulunca 'Ondan gördüklerime tahammül edip hilm sıfatını öğreneyim diye tutuyorum!' cevabını verdi.
İşte buraya kadar söylediklerimiz, riyazet sûretiyle uysallaştırılmış nefislerdir. Dolayısıyla bu nefislerin ahlâkları normalleşmiştir. İç âlemleri hile ve hasedden durulmuştur. Böylece Allah Teâlâ'nın takdirine rıza göstermek meyvesini vermeye başlamıştır. Bu ise, güzel ahlâkın en son zirvesidir. Çünkü Allah Teâlâ'nın takdirini hoş görmeyip ona rıza göstermeyen bir kimse, kötü ahlâkın en alt derecesine düşmüştür. İşte bahsi geçen bu kahramanların -söylediğimiz gibi- zâhirlerinde güzel ahlâkın alâmetleri belirmiştir. Bu bakımdan nefsinde bu alâmetleri göremeyen bir kimsenin, nefsine aldanması uygun değildir. Onu güzel ahlâklı sanması hiç de yerinde bir hareket değildir. Aksine böyle bir kimse için en uygunu riyazet ve mücahede ile meşgul olup nefsini güzel ahlâk derecesine çıkarmaktır. Çünkü güzel ahlâkın derecesi, yüce bir derecedir. Ona ancak mukarrebin ve sıddîklar ulaşmışlardır.
47)Müslim, Buhârî
48)Müslim, Buhârî
49)Müslim, Buhârî
50)Müslim, Buhârî
51)Daha Önce geçmişti.
52)İbn Mâce
53)İmam Ahmed, Taberânî, Hâkim
54)İbn Mübârek
55)Taberânî
56)Daha önce geçmişti.
57)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
58)Müslim, Buhârî
59) Adı Sa'd b. İsmail'dir, Nişabur'da otururdu. Şâh el-Kirmânî ve Yahya b. Muaz er-Râzî ile arkadaşlık yapmıştır. H. 298 senesinde vefat etmiştir.
Ayetler
Felaha ulaştı o mü'minler ki onlar, namazlarında huşû içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekâtlarını verirler ve onlar ırzlarını korurlar. Ancak eşleri, yahut câriyeleri hariç (bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar kim de bu helâlden başkasını ararsa, işte onlar haddi aşanlardır ve onlar emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler. Onlar namazlarını gereği üzerine devamlı kılarlar. İşte (Firdevs'e) vâris olacaklar onlardır.(Mü'minûn/1-10)
(...) Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır; o mü'minleri müjdeler(Tevbe/112)
Mü'minler o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onlara Allah'ın ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve rablerine tevekkül ederler. Namazlarını kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan verirler. İşte gerçek mü'minler onlardır.(Enfal/2-4)
Rahman'ın o kulları ki yeryüzünde tevâzu ile yürürler. Cahiller kendilerine lâf attıkları zaman 'selâm' derler. Gecelerini rablerine secde ederek O'nun divanında durarak geçirirler:
'Rabbimiz cehennemin azabını bizden uzaklaştır, doğrusu onun azabı sürekli bir azaptır' derler. Orası ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir makamdır! Ve harcadıkları zaman ne israf ederler ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur ve onlar Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kam bunları yaparsa cezasını bulur. Kıyamet günü onun için azap kat kat yapılır ve o azabın içinde hor ve hakir olacak kalır. Ancak tevbe edip inanan ve sâlih amel yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Kim tevbe eder ve sâlih amel yaparsa, o makbul bir kimse olarak Allah'a döner. Onlar yalan ve boş laf (konuşanlar)a rastladıklarında vekar ile geçip giderler ve kendilerine rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağır ve kör davranmazlar ve 'Rabbimiz! Bize gözler sevinci eşler ve çocuklar lûtfet ve bizi korunanlara önder yap' derler. İşte onlar, sabretmelerine karşılık saraylarda ödüllendirilecekler ve orada bir sağlık dileği ve selâm ile karşılanacaklardır. Orada ebedî kalacaklardır. Ne güzel karargâh ve ne güzel makamdır orası! De ki: 'Duanız (ibadetiniz) olmadıktan sonra rabbim sizi ne yapsın? (size haber verdiklerimi) yalanladınız. Bu yüzden cezalandırılmanız gerekecektir'.(Furkan/63-77)
Bu bakımdan durumu kendisine mübhem ve müşkil olan bir kimse nefsini bu ayetlerin mihengine vursun. Bu sıfatların varlığı güzel ahlâkın alâmetidir. Bütün bu sıfatların yokluğu ise, kötü ahlâkın alâmetidir! Bir kısmının bulunması, bir kısmının bulunmaması ise, güzel ahlâkın bir kısmının varlığına bir kısmının yokluğuna delâlet eder. Bu bakımdan kişi, bu sıfatların olmayanlarını elde etmeye ve olanlarını da korumaya çalışmalıdır.
Hadîsler
Mü'min bir kimse, kendi nefsi için sevdiğini kardeşi için de sever.47
Rasûlullah (s.a), mü'mini birçok sıfatlarla nitelendirmiştir ve bütün o sıfatlarla güzel ahlâka işaret ederek şöyle buyurmuştur:
Kim Allah'a ve son güne iman ediyorsa, misafirine ikramda bulunsun.48
Kim Allah'a ve son güne inanıyorsa komşusuna ikramda bulunsun.49
Kim Allah'a ve son güne iman etmişse hayrı söylesin veya sussun.50
Hz. Peygamber, mü'minlerin sıfatlarının güzel ahlâk olduğunu söyleyerek şöyle buyurmuştur:
Mü'minlerin iman yönünden en kâmilleri ahlâk yönünden en güzel olanlarıdır.51
Mü'min bir kimseyi susmuş ve vakarlı gördüğünüz zaman ona yaklaşınız. Çünkü öyle bir mü'min hikmeti telkin eder.52
İşlediği hayır kendisini sevindiriyor, işlediği kötülük kendisini üzüyorsa, muhakkak o mü'mindir.53
Hiçbir müslümana, kardeşine eziyet verici bir bakışla bakması helâl değildir.54
Hiçbir müslüman için başka bir müslümanı korkutmak helâl değildir.55
Sohbet edip yanyana oturan iki kişi ancak Allah'ın emanetiyle bir araya gelip otururlar. Öyle ise onların birisine kardeşinin istemediği bir sırrını ifşa etmek helâl değildir.56
Âlimlerden biri güzel ahlâkın alâmetlerini şöyle belirtmiştir: 'Güzel ahlâk, kişinin çok hayâlı, eziyet vermeyen, sâlih, doğru sözlü, az konuşan, çok ibadet eden, az hata yapan kimse olmasıdır. Fuzulî konuşması pek az, hayır ve sılayı rahim yapar, vakarlı, çok sabırlı, çok şükredici, Allah'ın hükmüne râzı ve halîm olmasıdır. Şefkatli, iffetli, ince hisli olmasıdır. Lânet edici, küfürbaz, kovucu, gıybet yapıcı, aceleci, hasedci, cimri, gözüne ve diline sahip olma-yan değildir. Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için razı olur, Allah için öfkelenir. İşte güzel ahlâk budur. Hz. Peygamber'den (s.a) mü'minin ve münâfığın alâmeti sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
Muhakkak ki mü'min bir kimsenin himmeti namaz kılmak, oruç tutmak ve ibâdet yapmaktadır. Münâfık bir kimsenin himmeti hayvan gibi yemek ve içmektedir.57
Hâtim el-Esamm şöyle demiştir: 'Mü'min bir kimse düşünce ve ibret almakla meşguldür. Münâfık bir kimse ise, hırs ve uzun emelle meşguldür. Mü'min bir kimse Allah'tan başka herkesten ümidini kesmiştir. Münâfık bir kimse Allah'tan başka herşeyde ummaktadır. Mü'min bir kimse Allah'tan başka herşeyden emindir. Münafık bir kimse Allah'tan başka herşeyden korkar. Mü'min bir kimse dinini değil, malını fedâ eder. Münâfık bir kimse ise malını değil, dinini fedâ eder. Mü'min bir kimse güzellik yapar ağlar, münâfık bir kimse kötülük yaptığı halde güler. Mü'min bir kimse yalnızlığı sever. Münâfık ise halk ile karışmayı sever. Mü'min bir kimse tohumu eker, bitmemesinden korkar. Münâfık bir kimse tohumu söker, başağı umar. Mü'min bir kimse siyaset için emreder, yasaklar ve ıslah eder, münâfık bir kimse ise riyaset için emreder, yasaklar ve ifsâd eder!'
Güzel ahlâkın denenmesinde kullanılan en iyi sistem, eziyete karşı sabır göstermek, cefaya karşı göğüs germektir. Bir kimse başkasının kötü ahlâkından şikayet ederse, onun bu şikayet edişi, kendisinin kötü ahlâklı olduğuna delâlet eder. Çünkü güzel ahlâk, eziyeti sineye çekmektir.
Hz. Peygamber (s.a) bir ara beraberinde Enes b. Mâlik olduğu halde yürüyordu. Bir bedevî arkasından yetişti ve onu şiddetle geri çekti. O ara Hz. Peygamber'in sırtında necran ma'mûlü bir kürk vardı. Kürkün kenarları kaba ve sertti. Enes der ki: "Hz. Peygamber'in boynuna baktım, bedevinin şiddetli çekişinden dolayı kürkün kenarı etine iz yapmıştı.
Bedevî şöyle dedi:
Ey Muhammed! Senin nezdinde bulunan Allah'ın malından bana ver!
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) dönüp bedevinin yüzüne baktı. Güldükten sonra ona mal verilmesini emretti.58
Kureyşliler Hz. Peygamber'i fazlasıyla eziyet edip dövdükleri zaman, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ey Allahım! Kavmimi bağışla, onlar bilmiyorlar.
Denildi ki, Hz. Peygamber'in bu duası Uhud'da olmuştur ve bunun içindir ki Allah Teâlâ, Hz. Peygamber hakkında aşağıdaki ayeti inzâl ederek şöyle buyurmuştur:
Gerçekten sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin. (Kalem/4)
İbrahim b. Edhem bir gün sahraya çıktı, bir askerle karşılaştı. Asker kendisine 'Sen köle misin?' dedi. İbrahim 'Evet' dedi. Asker 'Mâmur yerler nerede?' dedi. İbrahim (kabristanı işaret ederek) 'İşte!' dedi. Asker 'Ben mâmur yerleri istiyorum!' deyince, İbrahim 'İşte mâmur yerler kabristandır' dedi. Onun bu sözü askeri oldukça kızdırdı. Asker onun başına kırbaçla vurdu ve kendisini gerisin geriye şehre çevirdi. Arkadaşları karşılayıp hâdiseyi sorunca, asker kendilerine İbrahim'in söylediklerini haber verdi. Onlar askere dediler ki: 'Bu, Edhem'in oğlu İbrahim'dir'. Bunun üzerine asker, atından inip el ve ayaklarını öperek kendisinden özür diledi. Sonra İbrahim'den 'Sen neden askere ben köleyim de-din?' diye soruldu. İbrahim "O benden 'sen kimin kölesisin' diye sormadı, 'sen köle misin' diye sordu. Ben de Allah'ın kölesi olduğum için 'evet' dedim. Fakat o benim başımı kırbaçlayınca ben Allah Teâlâ'dan kendisi için cennet istedim". Bunun üzerine kendisine şöyle soruldu: 'Nasıl olur? O sana zulmetti, sen ona cennet istiyorsun'. İbrahim 'Ben onun eliyle bana dokunan eziyetten ötürü mükâfât göreceğimi biliyorum. Bu bakımdan benim ondan nasibimin hayır olup da onun benden nasibinin şer olmasını istemedim!' dedi.
Ebu Osman Hayri59 bir ziyafete davet edildi. Davet eden zat onu deniyordu. Davet edenin evine vardığı zaman, kendisine 'Benim vaktim yoktur. Lütfen geri gidiniz' dedi. Bunun üzerine Ebu Osman geri döndü, biraz ilerledikten sonra davet eden ikinci bir defa onu çağırarak 'Hocam, gel!' dedi. Ebu Osman geri dönünce ilk söylediği gibi söyledi. Üçüncü bir defa onu çağırdı ve kendisine 'Vaktin icabı olarak geri dön, git!' dedi. Bunun üzerine Ebu Osman geri döndü... Kapıya vardığı zaman davetçi birinci sözünün benzerini tekrarladı. Bunun üzerine Ebu Osman tekrar döndü. Sonra dördüncü defa geldi ve yine davet sahibi onu geri çevirdi. Birkaç defa tekrar edinceye kadar böyle yaptı. Bütün bunlara rağmen Ebu Osman bozulmadı ve tınmadı. Bu durumu gören davet sahibi, Ebu Osman'ın ayaklarına kapanarak şöyle dedi: 'Hocam! Seni denemek istedim. Senin ahlâkın ne güzelmiş!' Buna karşı Ebu Osman şu cevabı verdi: 'Bende gördüğün bu ahlâk var ya, köpek ahlâkıdır. Çünkü köpeği çağırdığın zaman gelir, kovduğun zaman gider'.
Yine şöyle rivayet ediliyor: Birgün Nisabur'un bir çarşısından geçiyordu. Üzerine çarşıya bakan bir evden bir mangal dolusu kül döküldü. Bunun üzerine bineğinden indi, şükür secdesine ka-pandı. Sonra elbiselerinden külü silkti ve hiçbir şey söylemedi. Kendisine 'neden sen onlara çıkışmadın?' denildiği zaman dedi ki: 'Ateşe müstehak olan bir kimse kül ile kurtulursa kızmaya hakkı yoktur'.
Rivayet ediliyor ki Ali b. Mûsa er-Rıza'nın annesi siyah olduğundan dolayı rengi siyaha çalıyordu. Nisabur'da kapısında bir hamam vardı. Hamama girmek istediği zaman, hamamcı hamamı kendisi için boşaltıyordu. Bir gün hamama girdi. O girdikten sonra hamamcı kapıyı kilitledi. Bir kısım ihtiyaçlarını görmek için dışarı çıktığında bir köylü hamama gelip kapıyı açtı ve hamama girdi. Elbisesini çıkardı ve yıkanmaya gitti. Ali b. Mûsa er-Rıza'yı gördü. Siyah olduğundan dolayı hamamın hizmetçilerinden biri olduğunu zannetti ve ona 'Kalk! Bana su getir!' dedi. Bunun üzerine Ali (k.s) kalktı, onun bütün emirlerini yerine getirdi. Hamamcı geri dönünce köylünün elbiselerini gördü ve Ali b. Mûsa er-Rıza ile konuşmasını dinledi. Bunun üzerine korkarak hamamı terkedip kaçtı. İkisini hamamda başbaşa bıraktı. Ali (k.s) hamamdan çıkınca hamamcının nerede olduğunu sordu. Kendisine denildi ki: 'Cereyan eden hâdiseden korkup kaçtı'. Bunun üzerine Ali (k.s) 'Kaçması gerekmezdi. Günah, suyunu (menisini) siyah bir cariyenin rahmine dökenindir' dedi.
Rivayet ediliyor ki Ebu Abdullah el-Hayyat, dükkânının kapısında otururdu. Onun ateşperest bir arkadaşı vardı. O ateşperest, Ebu Abdullah'ı siftah ettiriyordu. Ebu Abdullah ona herhangi birşey diktiği zaman ateşperest, Ebu Abdullah'a kalp (sahte) paralar veriyordu. Ebu Abdullah da onun kalp paralarını olduğu gibi alır, paraların kalp olduğunu yüzüne vurmaz ve geri de çevirmezdi. Günün birinde Ebu Abdullah bir ihtiyacını karşılamaya gitti. Ateşperest gelip de kendisini göremeyince ücreti çırağa verdi. Dikilmek için bıraktığı elbiseleri istedi, verdiği para yine sahteydi. Çırak paraya baktığı zaman sahte olduğunu anlaya-rak, ateşpereste geri verdi. Ebu Abdullah geldiği zaman talebe kendisine hâdiseyi anlattı. Bunun üzerine Ebu Abdullah çırağa İyi bir iş yapmamışsın. O ateşperest bir seneden beri bana bu şekilde para veriyordu. Ben de buna karşı sabreder, kendisinden paraları alır, o paralarla başka bir müslümanı kandırmasın diye kuyuya atardım' dedi.
Yûsuf b. Esbât güzel ahlâkın alâmetlerinin on haslet olduğunu söylemiştir:
1.Arkadaşlarıyla az ihtilâf etmek,
2.İnsaflı olmak,
3.Arkadaşlarının ayıplarını aramaktan vazgeçmek,
4.Görünen günahları güzel mânâlara hamletmeye gayret göstermek,
5.Arkadaşlarının mâzeretlerini kabul etmek,
6.Arkadaşlarının eziyetlerine tahammül etmek,
7.Kendi nefsini kınamak,
8.Başkasının ayıplarını değil, kendi ayıbını öğrenmeye çalışmak,
9.Büyüğe ve küçüğe karşı güler yüzlü olmak,
10.İster kendisinden büyük, ister küçük olsun herkes ile yumuşak konuşmak.
Sehl'e güzel ahlâkın ne olduğu soruldu. 'Onun en azı eziyete göğüs germek, karşılık vermeyi bırakmak, zâlime rahmet istemek, af dilemek ve ona şefkat göstermektir' dedi.
Ahnef b. Kays'a 'Sen hilmi kimden öğrendin?' diye soruldu. 'Kays b. Âsım'dan öğrendim' dedi. 'Onun hilm derecesi nedir?' diye sorulunca, cevap olarak şöyle demiştir: "Bir ara evinde oturuyordu. Cariyesi, üzerinde kebap bulunan ve ateş dolu bir mangal getiriyordu. Mangal elinden Kays'ın küçük bir oğlunun üzerine düştü ve çocuk yanarak öldü. Bu manzara karşısında cariye dehşete kapıldı. Cariyeyi teskin etmek için 'Senin korkmana gerek yok. Seni Allah rızası için âzad ediyorum' dedi".Çocuklar Veysel Karanî'yi gördükleri zaman taşa tutarlardı. Veysel Karâni onlara 'Kardeşlerim! Eğer mutlaka bana taş ata-caksanız bari küçük taşları atın da bacaklarımı kanatıp da beni namaz kılmaktan alıkoymasın' derdi.
Adamın biri, Ahnef b. Kays'a sövdü. O cevap vermedi, adam onun arkasını takip edip küfretmeye devam ediyordu. Ahnef, ma-halleye yaklaştığı zaman durdu ve söven adama şöyle dedi: 'Eğer senin küfürlerin bitmediyse kalanları da söyle burada bitsin ki ka-bilenin cahilleri senin küfrettiğini duyup da sana eziyet vermesin-ler'.
Rivayet ediliyor ki Hz. Ali (r.a), bir köleyi çağırdı. Köle kendi-sine cevap vermedi. İkinci ve üçüncü defa çağırdı yine cevap ver-medi. Bunun üzerine kalkıp kölenin yanına geldi. Baktı ki köle, sırt üstü uzanmış yatıyor.
-Ey köle! Çağırdığımı duymuyor musun?
-Evet, duyuyorum.
-O halde neden bana cevap vermiyorsun?
-Senin ceza vermeyeceğinden emin olduğum için tembellik yaptım.
-O halde git! Sen Allah rızası için hürsün.
Bir kadın Mâlik b. Dinar'a 'Ey riyakâr!' diye bağırdı. Mâlik kadına şöyle dedi: 'Ey kadın! Basralıların kaybettiği ismimi sen buldun!'
Yahya b. Ziyad el-Hârisi'nin ahlâksız bir kölesi vardı, Yahya'ya 'Bu köleyi neden besliyorsun!?' diye sorulunca 'Ondan gördüklerime tahammül edip hilm sıfatını öğreneyim diye tutuyorum!' cevabını verdi.
İşte buraya kadar söylediklerimiz, riyazet sûretiyle uysallaştırılmış nefislerdir. Dolayısıyla bu nefislerin ahlâkları normalleşmiştir. İç âlemleri hile ve hasedden durulmuştur. Böylece Allah Teâlâ'nın takdirine rıza göstermek meyvesini vermeye başlamıştır. Bu ise, güzel ahlâkın en son zirvesidir. Çünkü Allah Teâlâ'nın takdirini hoş görmeyip ona rıza göstermeyen bir kimse, kötü ahlâkın en alt derecesine düşmüştür. İşte bahsi geçen bu kahramanların -söylediğimiz gibi- zâhirlerinde güzel ahlâkın alâmetleri belirmiştir. Bu bakımdan nefsinde bu alâmetleri göremeyen bir kimsenin, nefsine aldanması uygun değildir. Onu güzel ahlâklı sanması hiç de yerinde bir hareket değildir. Aksine böyle bir kimse için en uygunu riyazet ve mücahede ile meşgul olup nefsini güzel ahlâk derecesine çıkarmaktır. Çünkü güzel ahlâkın derecesi, yüce bir derecedir. Ona ancak mukarrebin ve sıddîklar ulaşmışlardır.
47)Müslim, Buhârî
48)Müslim, Buhârî
49)Müslim, Buhârî
50)Müslim, Buhârî
51)Daha Önce geçmişti.
52)İbn Mâce
53)İmam Ahmed, Taberânî, Hâkim
54)İbn Mübârek
55)Taberânî
56)Daha önce geçmişti.
57)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
58)Müslim, Buhârî
59) Adı Sa'd b. İsmail'dir, Nişabur'da otururdu. Şâh el-Kirmânî ve Yahya b. Muaz er-Râzî ile arkadaşlık yapmıştır. H. 298 senesinde vefat etmiştir.
Riyazül nefs ve Tehzibil Ahlak ve Mualeceti Emrazil Kalb
- Giriş
- Güzel Ahlâk ile Kötü Ahlâk'ın Hakikati
- Riyazet Yoluyla Ahlâk'ın Değişmeyi Kabul Etmesi
- Güzel Ahlâk'a Ulaştıran Sebepler
- Ahlâk'ı Güzelleştirmenin Yolları
- Kalplerin Hastalıkları ve Sıhhate Kavuştuklarına Delâlet Eden Alâmetleri
- İnsanın, Kusurlarını Bilmesinin Yolu
- Güzel Ahlâk'ın Fazileti ve Kötü Ahlâk'ın Zemmi Ayet ve Hadîsler
- Kalplerin Hastalıklarının Tedavisinde Şehvetlerin Terkinin Çıkar Yol Olduğuna Dair Şer'î Deliller
- Güzel Ahlâkın Alâmetleri
- Gelişine Çağındaki Çocukların Eğitimlerinde Takip Edilecek Yol ile Terbiye Metodu ve Ahlâklarının Güzelleştirilmesi
- İradenin Şartları, Mücâhedenin Mukaddimeleri ve Müridi Yavaş Yavaş Riyazet Yoluna Sokmanın Beyanı