Allah İçin Buğzedilenlerin Mertebeleri ve Onlara Nasıl Davranılması Gerektiği
Soru: Fiil ile düşmanlığın ve buğzun gösterilmesi farz değilse, mendub olduğunda şüphe yoktur. Asiler ve fâsıklar ise çeşitli mer tebelerdedir. O halde onlara nasıl davranılırsa fazilet elde edilir? Acaba hepsi için aynı yol mu veya değişik yollar mı takip edilir?
Cevap: Allah'ın emrine muhalefet eden bir kimse ya inancında veya fiilinde muhalefet eder. Bunların ikisinin dışında muhalefet tasavvur edilmez. İnancında muhalefet eden bir kimse ya bid'atçıdır veya kâfir.., Bid'atçı ise, ya ihdas ettiği bid'ate insanları çağırmaktadır veya susmaktadır. Sükût eden kimse ya kendi isteğiyle veya aciz olduğundan sükût etmiştir. Bu bakımdan iti kaddaki fesadın kısımları üçtür: Birincisi küfürdür. Kâfir bir kimse eğer harbî bir kâfir ise öldürülmeye ve köle edinilmeye müs tehak olur. Öldürmek ve köle etmekten öte bir rezalet yoktur. Zimmî bir kâfir ise, ona eziyet etmek caiz değildir. Meğer ki uzaklaşmak ve tahkir etmek suretiyle olsun. Bu da ancak onu en dar yola mecbur etmek, ona daha önce selâm vermemek, ancak o 'esselâmü aleyke' dediği zaman ve aleyke' demek suretiyle eziyet edebilirsin. En evlâsı onunla oturup kalkmayı, alışveriş yapmayı ve onunla yiyip içmeyi bırakmaktır. Müslüman dostlarıyla sohbet ettiği gibi onunla sohbete dalmak, ona güler yüz göstermek şiddetle mekruhtur. Hatta bu tür filler nerede ise haram hududuna varır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve elçi sine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin, Allah on ların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir, (Mücadele/22)
Hz. Peygamber (s.a) de şöyle demiştir:
Müslüman ile müşriğin ateşleri bir arada görünmez. Yani müslüman, mümkün olursa müşriklerle komşuluk yap maz. Arkadaşlık yapmaz ve onların aralarında bulunmaz.42
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin. Siz onlara sevgi yolluyorsunuz. Oysa onlar size geleni inkâr ettiler. (Mümtehine/1)
İkincisi, bir bid'atçıdır ki halkı bid'atına davet etmektedir. Eğer bu kimsenin ihdas ettiği bid'at, küfrünü gerektiren bir bid'atsa, onun durumu zimmî bir kimsenin durumundan daha şiddetlidir. Çünkü bu ne haraç vermek suretiyle durdurulur, ne de zimmet akdiyle kendisine müsamaha gösterilir. Eğer ihdas ettiği bid'at ile kâfir olmuyorsa, onun işi kendisiyle Allah arasında olduğundan, şüphesiz ki kâfirin durumundan daha hafiftir. Fakat bu bid'atçının yaptığını münker görmek ve buna karşı çıkış yapmak, kâfire karşı yapılan çıkıştan daha şiddetli olmalıdır. Çünkü kâfi rin şerri başkalarına sirayet eden bir şer değildir. Zira müslüman lar onun kâfir olduğuna inanmışlardır. Bu bakımdan onun sözüne itimat etmezler. Zira o, müslümanlığı seçtiğini ve inandığını iddia edemez.
Bid'atınâ halkı davet eden bid'atçıya gelince o, halkı davet ettiği bid'atının hak olduğunu iddia etmektedir. Bu duruma göre halkın dalâlete gitmesine vesile olur. Bu bakımdan bu bid'atçının şerri,
başkasına sirayet eden serdir. Ona buğzettiğini ve ona karşı düşmanlık güttüğünü göstermek, ondan uzak durmak, yeri gel dikçe bid'atından ötürü tahkir ve tezyif etmek müstehab bir hare kettir. Halkı ondan nefret ettirmek daha da müstehaptır. Eğer böyle bir bid'atçı tenha bir yerde selâm verirse selâmının karşılığını vermekte hiçbir sakınca yoktur. Eğer ondan yüz çevir men ve selâmının karşılığını vermekten imtina etmen, onun ihdas ettiği bid'atınm kötülüğünü ona öğretecek ve o bid'attan uzak durmasına tesir edeceğini biliyorsan, ona cevap vermeyi terketmek daha evla olur. Çünkü selâmın karşılığını vermek her ne kadar farz ise de bu farz müslümanlarm maslahatı ve yararı gibi bir gaye ile ortadan kalkar. Hatta insanın hamamda veya ayak yo lunda olması da bu farzı ortadan kaldırır. Bir bid'atçıyı bid'atından uzaklaştırmak gayesi ise, bütün bunlardan daha önemlidir. Eğer bıd'atçı, bir cemaate selâm verirse, onun selâmını cevap landırmamak, halkı ondan kaçırmak, onun bid'atını halkın gö zünde kötü göstermek daha evladır. İşte böylece ona iyilik yapmayı kesmek, onun yardımına koşmamak daha evlâdır. Hele halkın gözü önünde...
Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Bir müslüman bir bid'at sahibim tahkir edip kovarsa Allah Teâlâ onun kalbini emniyet ve iman ile doldurur. Bir kimse bid'at sahibini tahkir ederse en büyük korku gününde Allah Teâlâ onu emin kılar. Bid'at sahibine yumuşak davranan, ona ikramda bulunan veya onu güler yüz ile karşılayan bir kimse ise, o Hz. Muhammed'e inen ilâhi vahyi hafife almış olur.43
Üçüncüsü, halk tabakasından olan bid'atçıdır. Öyle bir bid'atçı ki, halkı bid'atına davet etmeye gücü yetmez. Halkın ona uy masından korkulmaz. Böyle bir bid'atçının durumu daha hafiftir. En evlâ olan böyle bir kimseye şiddetle ve haysiyet kırıcı bir şekilde davranmamaktır. Kırıcı olmamak şartıyla nasihatta bulunul malıdır. Çünkü halk tabakasının kalpleri çabuk dönüş yapan kalp lerdir. Eğer bu kimseye nasihat fayda vermezse, ondan yüz çevir mekte, onun gözünde irtikâb ettiği bid'atı tahkir etmek mânâsı varsa, bu takdirde bundan yüz çevirmek daha da uygun olur. Eğer tabiatının katılığından, yanlış akidesinin kalbinde yerleşmesinden dolayı kendisinden yüz çevirmenin herhangi bir tesir ve etki yap mayacağını biliyorsa, o vakit kendisinden yüz çevirmek daha evla olur. Zira bid'at şiddetle takbih edilip kötülenmedikçe, halk arasında yayıldıkça yayılır ve fesadı umumileşir.
İnancıyla değil, fiil ve ameliyle isyan eden bir kimseye gelince... Bu da, ya başkasını rahatsız edecek derecede olur, zulüm, gasp, ya lancı şahitlik, gıybet, halk arasında fitne ve kovuculuk yapmak ve benzerleri gibi... veya isyanı sadece kendi nefsine münhasır ve başkasına eziyyet verici isyanlardan olmaz. Bu da şu kısımlara bö lünmektedir.
a) Başkasını fesada davet eder... Erkeklerle kadınları bir araya getiren fısk ve fücur meclisinin sahibi gibi... Fasıklara içki içmenin ve fıskın sebeplerini hazırlar.
b) Başkasını isyanına davet etmez. İçki içen ve zina yapan kimse gibi...
Bu kimsenin isyanı, ya büyük günah veya küçük günah ile olur. Bu günahların herbirinde ya ısrar edecek veya etmeyecektir. İşte bu bölümlerden üç kısım meydana gelir. Bu kısımların her bi rinde de bir derece vardır. Bir kısım diğerinden daha şidetlidir. Biz hepsini aynı yoldan götürüp aynı derecede görmeyiz.
Birinci kısım ki kısımların en şiddetlisidir halkın zarar gör mesine vesile olacak günahkârlıktır. Zulm gasb, yalancı şahidlik, gıybet ve kovuculuk gibi...
Böyle yapan kimselerden yüz çevirmek, onlarla oturup kalkmayı terketmek, muamelelerinden geri kal mak daha evladır. Zira halka eziyet veren isyan daha ağırdır. Sonra bu kimseler, canlara, mallara ve namuslara zulmeden gruplara ayrılırlar. Bir kısım diğerinden daha şiddetlidir. Müstehab olan, bunları tahkir etmek, ciddi bir şekilde bunlardan yüz çevirmek, bunları hor görmek ve göstermektir. Eğer bunları hor göstermekten ötürü bunların fiillerinden cayabileceğim veya başkasının bunlardan çekinebileceğini umuyorsa böyle hareket etmek daha da faydalı ve gereklidir.
İkincisi, fısk ve fesad sebeplerini hazırlayan fesad yuvasının sahibidir. Böyle bir kimse halka eziyet etmezse de fiiliyle onların dinlerini fesada uğratmaktadır. Eğer onların rızasıyla böyle hare ket ederse, birincisine yakın olur. Fakat yine de birincisinden hafif tir. Çünkü günah, kul ile Allah arasında olduğu müdetçe Allah'ın affına daha yakındır. Fakat bu kimse, az da olsa, başkasının hak ve hukukuna tecavüz etmesi bakımından yaptığı çok kötü bir iştir. İşte bunun da yaptığı, kendisini tahkir etmeyi, kendisinden yüz çe virmeyi, kendisiyle selamı sabahı kesmeyi gerektirir. Bunun se lâmının karşılığı eğer vermediği takdirde, kendisinde veya başkasında müsbet bir tesir yapacaksa terk olunur.
Üçüncüsü, sadece kendi nefsine zarar veren kimsedir. İçki kullanmak, farzı terketmek veya zararı sadece kendisine olan bir işi yapmak gibi... Bunun hakkındaki iş daha hafiftir. Fakat bu kimseye bu yasakları işlediği zaman tesadüf edilirse, onu bunları yapmaktan menetmek için gerekenin yapılması farz olur. Hatta dövmek veya rezil etmek suretiyle olsa dahi... Zira münkeri yasak lamak farzdır. Fakat adam bunu alışkanlık haline getirmişse, na sihatin da ona fayda vereceğini biliyorsa, nasihat etmek farzdır. Eğer böyle bir kanaate sahip değilse, fakat nasihatten ibret alacağını umuyorsa, bu sefer yumuşak veya menfaati varsa şiddetle kendisine nasihat etmek ve o fiilinden alıkoymak en fazi letli bir hareket olur. O günaha ısrar ettiğini ve nasihatin kendi sine fayda vermeyeceğini bildiğinde onun selâmını almamak, onunla selâmı sabahı kesmek hususuna gelince; bu hususta düşünmek gerekir. Ulemanın bu husustaki gidişatı çeşitlidir. Doğrusu bu, kişinin niyetine göre değişir.
İşte böyle bir harekette 'Ameller niyetlere bağlıdır' denir; zira arkadaşlık yapmak, halka merhamet gözüyle bakmakta bir nevi tevazu vardır. Şiddet göster mek ve yüzçevirmekte ise, bir nevi ürkütme vardır. Burada fetva mercii kalptir. Yani kalpten fetva istenmelidir. Bu bakımdan kişinin kalbin hevasına ve tabiatın isteğine daha meyilli gördüğü tarafı bırakıp onun tam tersine yapışması daha evlâdır. Zira kişinin âsi bir kimseyi hafife alması, ona karşı cebir kullanıp ba zen gurur ve büyüklük göstermesi, salih bir kimse olduğunu be lirtmekten ve nazlanmaktan gelen birşeydir. Bazen de arkadaşlık yapması, müdaheneden, kalbi tesir altına almaktan ve bu vasıta ile gayesine vasıl olmaktan ileri gelir veya adam kendisinden ürktüğü takdirde mertebesine veya malına herhangi bir eksiklik geleceği korkusundan neşet eder. Bütün bunlar, yakın veya uzak bir zan ile meydana gelen mahsullerdir. Bütün bunlar şeytanın işaretleri üzerinde dönmektedir. Ahiret ehlinin emellerinden uzaktırlar. Bu bakımdan dinî amellere rağbet gösteren herkes nefsiyle beraber bu incelikleri tedkik etmeye, bu hal ve durumları kontrol altına al maya var kuvvetiyle çalışmalıdır. Fakat bu sahada fetva veren kalptir. Kalp de bazen içtihadında hakka tesadüf eder, bazen de yanılır. Bazen bildiği halde hevasına tâbi olur, bazen gururun hükmüne uyarak Allah rızası için çalıştığını zannederek ilerler. Ahiret yolunun yolcusu olduğunu sanarak ileri atılır. Bu incelik lerin beyanı Mühlikât kısmının 'Gurur' bahsinde gelecektir.
Kul ile Allah arasında bulunan fısk hakkındaki işin tahkikine şu hadîs-i şerif işaret etmektedir:İçki içen bir kimse birkaç defa Hz. Peygamberin huzurunda içki cezasına çarptırıldığı halde durmadan aynı suçu tekrar etmekteydi. Bunun üzerine sahâbe-i kiramdan bir zat 'Allah ona lanet etsin. Ne fazla içiyor' dedi. Bu bedduayı duyan Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Kardeşinin hakkında şeytana yardımcı olma.44
Veya bu mânâyı ifade eden bir lâfız kullandı. Rasûlullah'ın bu tabiri, şefkatin, şiddet göstermekten daha güzel olduğuna işaret eder.
42) Ebu Dâvud ve Tirmizî
43) Ebu Nuaym, Hilye] Herevî, (İbn Ömer'den)
44) Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
Cevap: Allah'ın emrine muhalefet eden bir kimse ya inancında veya fiilinde muhalefet eder. Bunların ikisinin dışında muhalefet tasavvur edilmez. İnancında muhalefet eden bir kimse ya bid'atçıdır veya kâfir.., Bid'atçı ise, ya ihdas ettiği bid'ate insanları çağırmaktadır veya susmaktadır. Sükût eden kimse ya kendi isteğiyle veya aciz olduğundan sükût etmiştir. Bu bakımdan iti kaddaki fesadın kısımları üçtür: Birincisi küfürdür. Kâfir bir kimse eğer harbî bir kâfir ise öldürülmeye ve köle edinilmeye müs tehak olur. Öldürmek ve köle etmekten öte bir rezalet yoktur. Zimmî bir kâfir ise, ona eziyet etmek caiz değildir. Meğer ki uzaklaşmak ve tahkir etmek suretiyle olsun. Bu da ancak onu en dar yola mecbur etmek, ona daha önce selâm vermemek, ancak o 'esselâmü aleyke' dediği zaman ve aleyke' demek suretiyle eziyet edebilirsin. En evlâsı onunla oturup kalkmayı, alışveriş yapmayı ve onunla yiyip içmeyi bırakmaktır. Müslüman dostlarıyla sohbet ettiği gibi onunla sohbete dalmak, ona güler yüz göstermek şiddetle mekruhtur. Hatta bu tür filler nerede ise haram hududuna varır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve elçi sine düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin, Allah on ların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir, (Mücadele/22)
Hz. Peygamber (s.a) de şöyle demiştir:
Müslüman ile müşriğin ateşleri bir arada görünmez. Yani müslüman, mümkün olursa müşriklerle komşuluk yap maz. Arkadaşlık yapmaz ve onların aralarında bulunmaz.42
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin. Siz onlara sevgi yolluyorsunuz. Oysa onlar size geleni inkâr ettiler. (Mümtehine/1)
İkincisi, bir bid'atçıdır ki halkı bid'atına davet etmektedir. Eğer bu kimsenin ihdas ettiği bid'at, küfrünü gerektiren bir bid'atsa, onun durumu zimmî bir kimsenin durumundan daha şiddetlidir. Çünkü bu ne haraç vermek suretiyle durdurulur, ne de zimmet akdiyle kendisine müsamaha gösterilir. Eğer ihdas ettiği bid'at ile kâfir olmuyorsa, onun işi kendisiyle Allah arasında olduğundan, şüphesiz ki kâfirin durumundan daha hafiftir. Fakat bu bid'atçının yaptığını münker görmek ve buna karşı çıkış yapmak, kâfire karşı yapılan çıkıştan daha şiddetli olmalıdır. Çünkü kâfi rin şerri başkalarına sirayet eden bir şer değildir. Zira müslüman lar onun kâfir olduğuna inanmışlardır. Bu bakımdan onun sözüne itimat etmezler. Zira o, müslümanlığı seçtiğini ve inandığını iddia edemez.
Bid'atınâ halkı davet eden bid'atçıya gelince o, halkı davet ettiği bid'atının hak olduğunu iddia etmektedir. Bu duruma göre halkın dalâlete gitmesine vesile olur. Bu bakımdan bu bid'atçının şerri,
başkasına sirayet eden serdir. Ona buğzettiğini ve ona karşı düşmanlık güttüğünü göstermek, ondan uzak durmak, yeri gel dikçe bid'atından ötürü tahkir ve tezyif etmek müstehab bir hare kettir. Halkı ondan nefret ettirmek daha da müstehaptır. Eğer böyle bir bid'atçı tenha bir yerde selâm verirse selâmının karşılığını vermekte hiçbir sakınca yoktur. Eğer ondan yüz çevir men ve selâmının karşılığını vermekten imtina etmen, onun ihdas ettiği bid'atınm kötülüğünü ona öğretecek ve o bid'attan uzak durmasına tesir edeceğini biliyorsan, ona cevap vermeyi terketmek daha evla olur. Çünkü selâmın karşılığını vermek her ne kadar farz ise de bu farz müslümanlarm maslahatı ve yararı gibi bir gaye ile ortadan kalkar. Hatta insanın hamamda veya ayak yo lunda olması da bu farzı ortadan kaldırır. Bir bid'atçıyı bid'atından uzaklaştırmak gayesi ise, bütün bunlardan daha önemlidir. Eğer bıd'atçı, bir cemaate selâm verirse, onun selâmını cevap landırmamak, halkı ondan kaçırmak, onun bid'atını halkın gö zünde kötü göstermek daha evladır. İşte böylece ona iyilik yapmayı kesmek, onun yardımına koşmamak daha evlâdır. Hele halkın gözü önünde...
Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Bir müslüman bir bid'at sahibim tahkir edip kovarsa Allah Teâlâ onun kalbini emniyet ve iman ile doldurur. Bir kimse bid'at sahibini tahkir ederse en büyük korku gününde Allah Teâlâ onu emin kılar. Bid'at sahibine yumuşak davranan, ona ikramda bulunan veya onu güler yüz ile karşılayan bir kimse ise, o Hz. Muhammed'e inen ilâhi vahyi hafife almış olur.43
Üçüncüsü, halk tabakasından olan bid'atçıdır. Öyle bir bid'atçı ki, halkı bid'atına davet etmeye gücü yetmez. Halkın ona uy masından korkulmaz. Böyle bir bid'atçının durumu daha hafiftir. En evlâ olan böyle bir kimseye şiddetle ve haysiyet kırıcı bir şekilde davranmamaktır. Kırıcı olmamak şartıyla nasihatta bulunul malıdır. Çünkü halk tabakasının kalpleri çabuk dönüş yapan kalp lerdir. Eğer bu kimseye nasihat fayda vermezse, ondan yüz çevir mekte, onun gözünde irtikâb ettiği bid'atı tahkir etmek mânâsı varsa, bu takdirde bundan yüz çevirmek daha da uygun olur. Eğer tabiatının katılığından, yanlış akidesinin kalbinde yerleşmesinden dolayı kendisinden yüz çevirmenin herhangi bir tesir ve etki yap mayacağını biliyorsa, o vakit kendisinden yüz çevirmek daha evla olur. Zira bid'at şiddetle takbih edilip kötülenmedikçe, halk arasında yayıldıkça yayılır ve fesadı umumileşir.
İnancıyla değil, fiil ve ameliyle isyan eden bir kimseye gelince... Bu da, ya başkasını rahatsız edecek derecede olur, zulüm, gasp, ya lancı şahitlik, gıybet, halk arasında fitne ve kovuculuk yapmak ve benzerleri gibi... veya isyanı sadece kendi nefsine münhasır ve başkasına eziyyet verici isyanlardan olmaz. Bu da şu kısımlara bö lünmektedir.
a) Başkasını fesada davet eder... Erkeklerle kadınları bir araya getiren fısk ve fücur meclisinin sahibi gibi... Fasıklara içki içmenin ve fıskın sebeplerini hazırlar.
b) Başkasını isyanına davet etmez. İçki içen ve zina yapan kimse gibi...
Bu kimsenin isyanı, ya büyük günah veya küçük günah ile olur. Bu günahların herbirinde ya ısrar edecek veya etmeyecektir. İşte bu bölümlerden üç kısım meydana gelir. Bu kısımların her bi rinde de bir derece vardır. Bir kısım diğerinden daha şidetlidir. Biz hepsini aynı yoldan götürüp aynı derecede görmeyiz.
Birinci kısım ki kısımların en şiddetlisidir halkın zarar gör mesine vesile olacak günahkârlıktır. Zulm gasb, yalancı şahidlik, gıybet ve kovuculuk gibi...
Böyle yapan kimselerden yüz çevirmek, onlarla oturup kalkmayı terketmek, muamelelerinden geri kal mak daha evladır. Zira halka eziyet veren isyan daha ağırdır. Sonra bu kimseler, canlara, mallara ve namuslara zulmeden gruplara ayrılırlar. Bir kısım diğerinden daha şiddetlidir. Müstehab olan, bunları tahkir etmek, ciddi bir şekilde bunlardan yüz çevirmek, bunları hor görmek ve göstermektir. Eğer bunları hor göstermekten ötürü bunların fiillerinden cayabileceğim veya başkasının bunlardan çekinebileceğini umuyorsa böyle hareket etmek daha da faydalı ve gereklidir.
İkincisi, fısk ve fesad sebeplerini hazırlayan fesad yuvasının sahibidir. Böyle bir kimse halka eziyet etmezse de fiiliyle onların dinlerini fesada uğratmaktadır. Eğer onların rızasıyla böyle hare ket ederse, birincisine yakın olur. Fakat yine de birincisinden hafif tir. Çünkü günah, kul ile Allah arasında olduğu müdetçe Allah'ın affına daha yakındır. Fakat bu kimse, az da olsa, başkasının hak ve hukukuna tecavüz etmesi bakımından yaptığı çok kötü bir iştir. İşte bunun da yaptığı, kendisini tahkir etmeyi, kendisinden yüz çe virmeyi, kendisiyle selamı sabahı kesmeyi gerektirir. Bunun se lâmının karşılığı eğer vermediği takdirde, kendisinde veya başkasında müsbet bir tesir yapacaksa terk olunur.
Üçüncüsü, sadece kendi nefsine zarar veren kimsedir. İçki kullanmak, farzı terketmek veya zararı sadece kendisine olan bir işi yapmak gibi... Bunun hakkındaki iş daha hafiftir. Fakat bu kimseye bu yasakları işlediği zaman tesadüf edilirse, onu bunları yapmaktan menetmek için gerekenin yapılması farz olur. Hatta dövmek veya rezil etmek suretiyle olsa dahi... Zira münkeri yasak lamak farzdır. Fakat adam bunu alışkanlık haline getirmişse, na sihatin da ona fayda vereceğini biliyorsa, nasihat etmek farzdır. Eğer böyle bir kanaate sahip değilse, fakat nasihatten ibret alacağını umuyorsa, bu sefer yumuşak veya menfaati varsa şiddetle kendisine nasihat etmek ve o fiilinden alıkoymak en fazi letli bir hareket olur. O günaha ısrar ettiğini ve nasihatin kendi sine fayda vermeyeceğini bildiğinde onun selâmını almamak, onunla selâmı sabahı kesmek hususuna gelince; bu hususta düşünmek gerekir. Ulemanın bu husustaki gidişatı çeşitlidir. Doğrusu bu, kişinin niyetine göre değişir.
İşte böyle bir harekette 'Ameller niyetlere bağlıdır' denir; zira arkadaşlık yapmak, halka merhamet gözüyle bakmakta bir nevi tevazu vardır. Şiddet göster mek ve yüzçevirmekte ise, bir nevi ürkütme vardır. Burada fetva mercii kalptir. Yani kalpten fetva istenmelidir. Bu bakımdan kişinin kalbin hevasına ve tabiatın isteğine daha meyilli gördüğü tarafı bırakıp onun tam tersine yapışması daha evlâdır. Zira kişinin âsi bir kimseyi hafife alması, ona karşı cebir kullanıp ba zen gurur ve büyüklük göstermesi, salih bir kimse olduğunu be lirtmekten ve nazlanmaktan gelen birşeydir. Bazen de arkadaşlık yapması, müdaheneden, kalbi tesir altına almaktan ve bu vasıta ile gayesine vasıl olmaktan ileri gelir veya adam kendisinden ürktüğü takdirde mertebesine veya malına herhangi bir eksiklik geleceği korkusundan neşet eder. Bütün bunlar, yakın veya uzak bir zan ile meydana gelen mahsullerdir. Bütün bunlar şeytanın işaretleri üzerinde dönmektedir. Ahiret ehlinin emellerinden uzaktırlar. Bu bakımdan dinî amellere rağbet gösteren herkes nefsiyle beraber bu incelikleri tedkik etmeye, bu hal ve durumları kontrol altına al maya var kuvvetiyle çalışmalıdır. Fakat bu sahada fetva veren kalptir. Kalp de bazen içtihadında hakka tesadüf eder, bazen de yanılır. Bazen bildiği halde hevasına tâbi olur, bazen gururun hükmüne uyarak Allah rızası için çalıştığını zannederek ilerler. Ahiret yolunun yolcusu olduğunu sanarak ileri atılır. Bu incelik lerin beyanı Mühlikât kısmının 'Gurur' bahsinde gelecektir.
Kul ile Allah arasında bulunan fısk hakkındaki işin tahkikine şu hadîs-i şerif işaret etmektedir:İçki içen bir kimse birkaç defa Hz. Peygamberin huzurunda içki cezasına çarptırıldığı halde durmadan aynı suçu tekrar etmekteydi. Bunun üzerine sahâbe-i kiramdan bir zat 'Allah ona lanet etsin. Ne fazla içiyor' dedi. Bu bedduayı duyan Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Kardeşinin hakkında şeytana yardımcı olma.44
Veya bu mânâyı ifade eden bir lâfız kullandı. Rasûlullah'ın bu tabiri, şefkatin, şiddet göstermekten daha güzel olduğuna işaret eder.
42) Ebu Dâvud ve Tirmizî
43) Ebu Nuaym, Hilye] Herevî, (İbn Ömer'den)
44) Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
Ülfet'in Adabları
- Giriş
- Ülfet ve Kardeşliğin Fazileti, Şartları, Dereceleri ve
- Allah Yolunda Kardeşliğin Mânâsı ve Dünya Yolundaki Kardeşlikten Farkı
- Allah İçin Buğzetmek
- Allah İçin Buğzedilenlerin Mertebeleri ve Onlara Nasıl Davranılması Gerektiği
- Arkadaş Olacak Kimsede Aranan Özellikler
- Kardeşlik ve Sohbet Hakları
- Sonuç
- Müslüman, Akraba, Komşu ve Mülkiyet Hakları ve Bu Bakımdan Yakın Olan Kimselerle Muâşeretin Âdâbı.
- Komşuluk Hakları
- Anne, Baba ve Çocuk Hakları